TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Zenginleştirmek, Merkez Bankası'ndaki eski çalışma arkadaşlarım alınmasın ama para politikasını çorbaya çevirmek anlamına gelmiyor.
Önce, 17 Aralık’tan bu yana olanları bir tarafa bırakalım. Sadece ABD Merkez Bankası’nın (FED) aldığı karar nedeniyle Türkiye’de -diğer bazı yükselen piyasa ekonomilerinde olduğu gibi- artan döviz kuruna odaklanalım. Kur artışı ekonomi politikanız açısından uygunsa bir sorun yok. Yok, ekonomi yönetimi olarak memnun değilseniz, karşı önlem alacaksınız. Ama bu önlem, ekonomi yönetiminin cari işlemler açığının çok yüksek bir düzeyde olduğundan şikâyet ettiği ve bunun ana nedeni olarak tüketim artışını gösterdiği bir ülkede, faiz haddini enflasyonun altında tutmak olamaz.
FED kararı sonrasında Türkiye’de döviz kurunun artmasının nedeni ne? Mayıs 2013’teki FED açıklaması öncesinde on yıl vadeli ABD Hazine tahvil faizi yüzde 1.8 civarındaydı. FED’in açıklaması ile yüzde 2.7’ye kadar çıktı. Aralık ayında FED’in aldığı karar ile de yüzde 3’e ulaştı. ABD ekonomisinde iyileşmenin sürmesi koşuluyla, muhtemelen bir yıllık bir sürede yüzde 4’e yükselecek. Böyle bir ortamda, Türkiye’nin mali varlıkları cazibelerini yitiriyor; satın almak için yabancılar eskisi kadar döviz getirmiyorlar. Döviz talebinin artmadığını düşünelim. Yine de kur artıyor, çünkü döviz arzı düşüyor. Bir dakika; sizin bir de yüksek cari işlemler açığı sorununuz var. Bu soruna rağmen faiz haddini enflasyonun altında tutuyorsunuz. ABD tahvillerinin cazibesinin arttığı bir ortamda ülkeniz çok ama çok göze batıyor; riskli olarak algılanıyor. Bu ortamda bir de döviz talebi artıyor; kur daha da yükseliyor.
Ekonomi yönetimi olarak politika faizi biraz yükseltiyorsunuz ama hala enflasyonun altında tutuyorsunuz ve yüklü miktarda döviz satıyorsunuz. Oysa dövizi siz basmıyorsunuz; sınırlı miktarda var elinizde. Önce yapmanız gerekeni, yani faizi doğru yere getirmeyi es geçiyorsunuz. Peki, faizi artırsanız ortalık güllük gülistanlık olacak mı? Elbette hayır, ama hiç olmazsa, ekonomi politikasının kitaba uygun bir şekilde uygulandığı bir ülke olarak algılanacak, durup dururken diğer yükselen piyasa ekonomilerine kıyasla riskinizi sıçratmamış olacaksınız. Faizi doğru yere getirdikten sonra, döviz de satıp satmayacağınız ayrı bir tartışma konusu; merkez bankacığı sanatına giriyor. Ben satılmasını doğru bulmuyorum, bir başkası doğru bulabilir; olabilir. Ama böyle bir ortamda faizi düşük tutmayı anlamam. Bunun sanatla bir ilgisi yok; apaçık kitaba aykırı, riskinizi artırıyorsunuz çünkü.
Şimdi, bir de 17 Aralık sonrasında yaşananları düşünün. Döviz kuru almış başını yukarıya doğru gidiyor. Yine yüklü miktarda döviz satıyorsunuz. Döviz kuru tınmıyor; yükseliyor. Çünkü ülkeniz için risk algılaması iyice yükseldi. Üstelik vaktiyle kitaba uygun davranmadınız; faizi artırmadınız. Bu saatten sonra faizi artırmanız ne kadar işe yarayacak, şüpheli. İş işten geçti muhtemelen. Zira, döviz kurundaki artışı törpülemek istiyorsanız, riskiz faizin artması gerekiyor. Risk nedeniyle artan faiz bir işe yaramıyor. Zaten risk nedeniyle faizin artması, lira cinsinden mali varlıklara olan talebin azaldığının göstergesi. Ortalık görece sakinken, cari işlemler açığının yüksekliğinden şikâyet eder ve bunun sorumlusu olarak tüketim artışına işaret ederken faizi artırmayıp şimdi artırırsanız, ‘paniklediler’ algısı yaratıp riski daha da artırmanız olasılığı var. Bir olasılık elbette ama var böyle bir olasılık.
İşte böyle. Geleneksel para politikası yılların teorik birikimine ve en az o kadar da merkez bankacılığı deneyimine dayanıyor. Geleneksel olanı yenileyip zenginleştirmeye çalışabilirsiniz elbette. Hele tüm dünyada böyle bir arayış varken. Ama zenginleştirmek -Merkez Bankası’ndaki eski çalışma arkadaşlarımı üzmek istemiyorum, ne yapayım ki başka uygun sözcük de bulamıyorum- para politikasını çorbaya çevirmek anlamına gelmiyor. Hele o çorba tatsız tuzsuzsa…
Bu köşe yazısı 07.01.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
M. Coşkun Cangöz, Dr.
27/04/2025
Burcu Aydın, Dr.
26/04/2025
Fatih Özatay, Dr.
25/04/2025
Fatih Özatay, Dr.
23/04/2025
Güven Sak, Dr.
22/04/2025