TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
İsviçreliler de olup bitenlerden, Avrupa Birliği'nin likidite dökerek vaziyeti idare etmesinden rahatsızlar.
Buyurun buradan yakın: İsviçre de Çin gibi oluyor. Yok, onlar bizim gibi toplumsal hayatın her alanında, sağlıkta, basın hürriyetinde, ifade özgürlüğünde 1930’ların devletçiliğine geri döndükleri için Çin gibi olmuyorlar. Orada öyle, 1930’ların devletçilerinin bile akıl edemediği, “Gerekirse biz çocukları ailelerden alıp, kendimiz büyütürüz” gibi laflar edebilen sağlık bakanları filan bulunmuyor. Kimse çıkıp, “Sen önce bir yetiştirme yurtlarına bakıver bir zahmet. Onlar faydalı yurttaşlar oldu, şimdi sıra yenilerine mi geldi?” filan demeyi de akıl etmiyor. Ama bakın, bu günlerde, dünya yeni bir Euro Bölgesi krizi beklentisi ile çalkanırken İsviçre, sermaye kontrolleri getirmeyi tartışıyor. Tartışmakla da kalmıyor, bu konuyu da içeren adımları atsın diye yetkili kriz masası oluşturuyor. Tabii, bizim burada gerekmez. Malum biz çok muhkem bir durumdayız. IMF borcunu da kapatıyoruz. Ekonomi tıkırında sizin anlayacağınız. Yalnızca ahalinin daha durumdan pek haberi yok.
İsviçre ve sermaye kontrolü ifadesi aynı cümle içinde geçiyor. Bu, vaziyetin ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor. Krizin beşinci yılındayız ve normali tahayyül etmeye başlamaktan hâlâ uzağız. İsviçre, finansal özgürlüklerin kalesiydi. Bankacılık sisteminden para kazanırdı, sermaye kontrolü olmazdı. Bir ara, para getirenin kimliğini dikkatle gizlerlerdi. Şimdilerde sermaye kontrolünü tartışıyorlar. Kriz, İsviçre’yi imandan ediyor, piyasa ekonomisine inancı sarsıyor.
Peki, neden böyle oluyor? İsviçre, bu son dönemde, içeriye yönelik kısa vadeli fon girişlerinden mustarip. Sıcak para eskiden bir bizim gibi ülkelerin derdiydi. Şimdi herkesin belası. Avrupa’da krizi idare etmek için para basıldıkça, durumu göreli iyi durumda olanlara bir para akımı ortaya çıkıyor. 2008’den bu yana Türkiye’nin performansını da buna borçluyuz. Yunan, İspanyol, İtalyan girişimcilerine para vermekten herkes kaçınmaya başlayınca, Avrupa’da tasarruf fazlası oluştu. Avrupa’nın krizi, çözülmeyip, üzerine likidite dökülerek idare edilmeye çalışıldıkça, bundan kaçınmak mümkün değil. Türkiye’nin, tarihi düzeylerdeki bir dengesizliği, yüksek cari işlem açığını, hâlâ taşıyabilir olmasını, esasen, Avrupalıların beceriksizliğine borçluyuz. Onlar delik kovaya su döktükçe, bizim gibi ülkelere yönelik, kısa vadeli fon akımları da devam ediyor.
Peki, Türkiye ortadaki tek fon alıcısı ülke midir? Hayır. Fonlar herkese gidiyor. Koreliler her konudaki analize, sıcak para akımları ile başlıyor. Mesele orası için de önemli. Won değer kazandıkça, ihracat devi Kore, daralan ihracat pazarlarında zorlanıyor. Aynı şekilde İsviçreliler de olup bitenlerden, Avrupa Birliği’nin likidite dökerek vaziyeti idare etmesinden rahatsızlar. Güvenli liman diye herkes başka ülkelerdeki bankalardan parasını çekip, İsviçre’ye götürüyor. Alman enflasyon fobisi ne kadar canlı ise problem varsa tasarrufları İsviçre’ye nakletme geni de o kadar kuvvetli anlaşılan.
O zaman ne oluyor? İsviçre Frankı bir değerlenme sürecine giriyor. Yılbaşından beri, İsviçre’de, Frank/Euro paritesi 1.20 civarında yatay. Bunu nasıl yapıyorlar? Euro cinsinden varlıkları satın alarak. Avrupa’dan tasarruflar İsviçre’ye geliyor. Euro arzı ve İsviçre Frankı talebi artıyor. İsviçre Merkez Bankası da o eurolarla, euro cinsinden finansal varlık alıyor. Parayı geldiği yere geri gönderiyor. Yapısal problemler sürdükçe, yeni eurolar geliyor, İsviçre geleni geri gönderiyor ama giden euro yolunu bulup bir daha geliyor. Avrupalılar sorunlarını çözmeyip, idare ettikçe, entegrasyonu derinleştirecek siyasi adımlar atmadıkça, İsviçre, Frank’ın değerlenmesini engelleyemiyor. Ne yapsınlar? “Bu durum daha fazla devam edecekse bir yandan sermaye akımlarına kısıt getirelim, bir yandan da banka mevduatlarına negatif faiz verelim” diye düşünüyorlar. İstemiyorlar para gelsin, “Para yatırandan biz masraf alalım” diye düşünüyorlar. Kararsız Avrupa, İsviçre’yi, imandan ediyor. Piyasa ekonomisine olan inancını kırıyor.
Peki, Türkiye’ye bir şey olur mu? “Bize bir şey olmaz” lobisine göre olmaz. Bana kalırsa, Türkiye’nin 2012’de 2008’e göre kırılgan olduğunu akılda tutmakta fayda var. Hem cari işlemler açığımız yüksek hem de aradaki anlamsız danslar nedeniyle Merkez Bankası kredibilitesinin o eski tadı yok. Ayrıca, küresel fonların hedefinde bizden başka daha bir sürü ülke var. Ama bu ülkeler 2012’de 2008’de oldukları kadar iyi durumdalar.
Ne bileyim? Ben olsam vaziyeti ciddiye alırdım.
Bu köşe yazısı 01.06.2012 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
M. Coşkun Cangöz, Dr.
19/03/2025
Fatih Özatay, Dr.
19/03/2025
Güven Sak, Dr.
18/03/2025
Burcu Aydın, Dr.
15/03/2025
Fatih Özatay, Dr.
14/03/2025