TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bu hafta Kuzey Kore’nin lideri Kim Jong’ın ölüm haberini duyduğumda Kuzey Kore diye bir ülke olduğu aklıma geldi. Meğersem bu ülkede tam 25 milyon kişi yaşıyormuş. Biz doğal olarak Kore Yarımadası’nın Güneyi’ndeki 49 milyon kişinin yaşadığı Güney Kore’yle ilgileniyoruz. Oranın gıptayla izlediğimiz ekonomik performansını Türkiye ile kıyaslıyoruz.
Ancak Kuzey Kore bu hafta dünyanın gündemine gelince, ben de bu sefer Kore Yarımadası’nın geneliyle Türkiye’yi kıyaslamak istedim. 1945’de iki parçaya ayrılan Kore’nin güneyini ve kuzeyini birleştirip baktığımızda ortaya çok farklı bir tablo çıkıyor.
Kuzey ve Güney Kore’yi tek bir ülke olarak kabul edecek olursak Türkiye’yle aynı büyüklüğe sahip, 73,8 milyonluk bir ülke oluyor. ABD’nin kişi başına gelirine oran olarak baktığımızda ise Kore’nin genelinin kişi başı geliri (21 bin dolar) ABD’nin yüzde 45’i düzeyinde. Türkiye’nin kişi başına geliri (15 bin dolar) ise ABD’nin yüzde 32’si düzeyinde.
Kore’nin Kuzey ve Güney’indeki farklı ekonomik yapı ve rejimler, iki taraf arasındaki gelir farkının tam 17 kat olmasına neden olmuş. Türkiye’nin en yoksul bölgesi ile en zengin bölgesi arasındaki fark ise sadece 4,2 kat. Aşağıdaki grafikte Kore ve Türkiye’nin farklı bölgelerinin kişi başına gelirlerini ABD’ye oran olarak görebilirsiniz. Bu sefer resmin iyi tarafına bakalım. Her ne kadar Türkiye ortalama olarak Kore’nin genelinin gerisinde kalsa da; İstanbul, Kore’nin genelinden daha zengin. Türkiye’nin en yoksul bölgesi olan Van-Muş-Bitlis-Hakkari (TRB2) Bölgesi, Kuzey Kore’den tam 3 kat daha zengin.
Şekil - ABD’nin kişi başına gelirine oran olarak Kuzey Kore, Güney Kore, Kore, Türkiye, İstanbul ve Van-Muş-Bitlis-Hakkari Bölgesi, Satın Alma Gücü Paritesine Göre, 2008[1]
Kaynak: TÜİK, Dünya Bankası ve CIA World Factbook ile kendi hesaplarım
Kore’nin sorunlarını şimdilik Koreliler’e bırakılım ve biz Türkiye’ye biraz daha yakından bakalım. Ülkemizin en temel sorunlarının başında bölgesel gelişmişlik farklılıkları olduğu hepimizin malumu. Bunun basit çözümü, ülkemizdeki herkesi bir İstanbullu kadar zengin yapmak. Bunun için ya herkesi İstanbul’a getirip orada iş bulmalarını sağlayacağız , ya da İstanbul’daki ekonomik ortamı diğer illerimizde sunmayı başaracağız. Devletimizin bu konuda bir stratejisi var mı emin değilim ama, uygulamalara ve sonuçlara baktığımızda, iki stratejinin ortasında bir yerdeyiz. Daha önceki yazılarımda ben, İstanbul’un daha fazla büyümesinin bu güzel kente büyük haksızlık olacağını, Türkiye’nin temel önceliğinin başka büyüme merkezleri yaratmak olması gerektiğini savunuyordum. Bu yazıda bu meseleyi üç tespitle biraz daha açmak istiyorum.
İstanbul daha fazla büyüyebilir mi? Evet büyüyebilir. Aşağıdaki tablo dünyanın nüfus açısından en büyük 20 metropolüne ilişkin bazı verileri gösteriyor. Tablo’da her metropolün o ülkedeki toplam kentli nüfus içindeki payını ve metropolün 1980’den günümüze kaç kat büyüdüğünü görebilirsiniz. İstanbul, Dünya’da 14. sırada. Türkiye’nin kentli nüfusunun yüzde 21’i İstanbul’da yaşıyor. 1980’den günümüze ise 2,4 kat büyümüş. Dünyanın en büyük metropol alanı olan Tokyo’da ise Japonya kentli nüfusunun yüzde 42’si yani 36 milyon kişi yaşıyor. 8. sıradaki Buenos Aires’te Arjantin nüfusunun yüzde 35’i yaşıyor. Merkeziyetçiliği ile bilinen Fransa’da Paris’in yoğunluğu, İstanbul’dakine benzer düzeyde. Seul, mesela, Güney Kore nüfusunun yüzde 25’ine ev sahipliği yapıyor.
İstanbul’u nasıl konumlandıracaksak, sanayi politikamızın da bununla uyumlu olması gerekiyor. Kısacası, her ülkenin kendi bağlamına, kendi koşullarına göre farklı yoğunlaşma stratejileri olabiliyor. Ben sadece Türkiye’nin bu konudaki stratejisi nedir, İstanbul’dan Tokyo mu olmasını, Paris mi olmasını bekliyoruz, bunu devlet büyüklerimizden duymak istiyorum. Mesela İstanbul’u Tokyo gibi yapacaksak, sınırlı enerjimizle yerli Türk otomobili meselesine odaklanmak yerine yerli Türk asansörü ve yerli Türk metro vagonu projelerine odaklanmamız gerekiyor. Sonuçta, İstanbul’da böyle bir yoğunluğu 5 katlı binalarla değil ancak 25-50 katlı binalarla sağlayabiliriz. Dikey büyüme için de arabalar değil, asansörler gerekir.
İstanbul Tokyo gibi olmayacaksa, doğuyu geliştirmek için en kritik araç dış politikadır. Yok hayır, İstanbul’un yoğunluğu Paris’in Fransa’daki düzeyine benzeyecek, yüzde 20-25 aralığında kalacaksa, o zaman da Türkiye’nin geri kalan yerlerindeki büyüme sorunlarına ciddi çözümler bulmamız gerekecek. Kore’nin Kuzey’i nasıl ekonomik açıdan kapalıysa, bizim ülkemizin Doğu’su da ekonomik coğrafya açısından, İlhan Tekeli Hoca’nın tabiriyle, çıkmaz sokak niteliğinde. İşte bu çıkmaz sokağı bir yandan Türkiye’nin Batısı’na ve diğer dünya pazarlarına bağlayacak yatırımları yaparken, diğer yandan da diğer sınır ötesi ülkelerle ekonomik entegrasyonu arttırmak gerekiyor. Komşularımızla sıfır sorun politikasının en temel işlevi aslında ülkemizdeki bu Doğu-Batı farkını azaltmak, İstanbul’un yükünü hafifletmek. Nihayetinde, ülkemizin Doğu bölgelerinin Ermenistan, İran, Irak ve Suriye ile ticaret yapabilir olması, ülkemizdeki gelir farklılıklarını azaltabilecek en az maliyetli yol. Bunun alternatifi, Hakkari ile İstanbul arasına bir otoyol yapmak ki, kamu borç stokumuz bu yükü taşıyabilir mi emin değilim.
Sonuç olarak, her ne kadar Avrupa ülkelerine kıyasla bölgesel gelir farklılıklarının çok yüksek düzeyde olduğu bir ülke isek de, Doğumuz ve Batımız arasındaki fark, Kore’nin Kuzey ve Güney’ine göre çok daha küçük. İstanbul ise zenginlik açısından Kore’nin ilerisinde. Önümüzdeki dönemin politika tartışmalarını, ya Doğu’yu İstanbul’a taşıma ve İstanbul’u dikey olarak büyütme perspektifiyle ya da İstanbul’un ekosistemini Doğu’ya taşıma perspektifiyle yapsak iyi olur. Bu tartışmayı yapmadan süreci kendi haline bırakırsak, İstanbul’un aşağıdaki metropoller listesindeki Bombay, Dakka, Karaçi, Manila, Kahire, Lagos gibi yerlere benzeme riski de var, unutmayalım.
Tablo: Dünyanın en büyük 20 metropolü, metropolün nüfusunun ülkenin kentli nüfusuna oranı, metropolün 2009 nüfusunun 1980 nüfusuna oranı
Kaynak: Dünya Bankası Kalkınma Göstergeleri
[1] Türkiye’nin illeri hakkında veri bulmak ne kadar zorsa Kuzey Kore hakkında ekonomik veri bulmak da o kadar zor. Ancak CIA Factbook sitesinden, Kuzey Kore’nin satın alma gücü paritesine göre kişi başına gelir verisini bulmak mümkün. Türkiye için ise, TUIK’den NUTS-II düzeyinde bölgeler için kişi başına gelir verilerini bulabiliyorsunuz. Bölge bazında satın alma gücü paritesine göre kişi başına gelir verisi ise yok. Ben de Kore ile kıyaslama yapabilmek için, Türkiye’nin etrafındaki satın alma gücünü eşit olarak varsaydım. Bu varsayımı gevşetince aslında İstanbul-Hakkari arasındaki farkın daha da azalabileceğini söylemek mümkün. Kendi varsayımlarımla uğraşmak yerine, TÜİK’in Kuzey Kore İstatistik Enstitüsü’nün ötesine gitmesini arzu ediyorum.
Esen Çağlar, TEPAV Ekonomi Politikaları Analisti, http://www.tepav.org.tr/tr/ekibimiz/s/25/Esen+Caglar
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024