TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bu ayki yazımda
deneysel ve davranışsal iktisatçıların hoşlandığı bir konu olan sosyal normlar ile piyasa normları ayrımına dair bir şeyler söyleme konusunda geçen aydan verilmiş bir sözüm var. Çok ilginç ve neşeli örnekleri olan bir konu bu. Bireysel davranışlarımız o sırada bulunduğumuz ortam/bağlamda hangi normların baskın olduğuna bağlı olarak biçimleniyor. Dostlarımız ya da yakınlarımızla ilişkilerimiz ya da gönüllülük bağlamında, maddi çıkar ya da nakit ödeme beklentisi olmaksızın yaptığımız faaliyetlerimiz sosyal normlara tabi. Arkadaşlarımızla gittiğimiz bir sinemada biletleri ısmarlamamızın; komşularımıza apartman yöneticisi olarak veya çocuğumuzun okuluna okul-aile birliği üyesi olarak (karşılığında para almaksızın) hizmet etmek için harcadığımız zamanın, yahut öğrencilerimizi başvuracakları pozisyonlar için tavsiye etmek üzere maddi bir karşılık beklemeksizin yazacağımız mektuplara sarf ettiğimiz emeğin arkasında hep sosyal normlar var. Bunları yapmamız karşılığında bir ödeme yapılmasını istemiyor ve beklemiyoruz. Kimi zaman bu hizmet ya da jestlerimize duyduğu minnettarlığı ifade etmek isteyen kişilerden gelen manevi değeri olabilecek çiçek vs. hediyeler kabul edilebilir olsa da, buradaki ana prensip bu işlerde maddi çıkar ve karşılık beklentisi olmaması. Ancak zaman içinde davranışlarımızı kendilerine göre ayarladığımız normların değişmesi de mümkün. Sosyal normlara tabi olan kimi davranışlar, zaman geçtikçe her şeyin parasal ya da maddi anlamda iyi tanımlı bir karşılığının olduğu piyasa normlarına uygun hale gelebiliyor. Hatta aşağıda da değineceğim gibi, kimi bağlamlarda baskın olması istenen normları aktif müdahale yoluyla (mesela fiyatı olmayan kimi şeyleri fiyatlamak suretiyle) belirlemek de mümkün. Küreselleşme bütün kültürlerin ve kültürel normların birbirine yakınsamasına yol açıyor olsa da, sosyal normlarla piyasa normları arasındaki sınırlar kültürden kültüre de bir takım değişiklikler gösteriyor hala.
Sosyal normlara göre davranmanın beklendiği yerde piyasa normlarına göre davranmak, ya da tersi, sorun çıkarabiliyor. Avrupa Yakası'ndaki Burhan karakteri birinci türdeki sorunu sık sık yaratan karikatürize bir örnekti. Size bir hizmeti profesyonelce sunduktan, mesela ayakkabınızı boyadıktan yahut da gözlüğünüzü ya da evinizdeki kofrayı tamir ettikten sonra borcunuzu sorduğunuzda "ne verirsen ver abi" diyerek sizi zor durumda bırakan boyacı, tamirci vs. de ikinci türde sorunu çıkaranlardır -üstelik mesela kofrayı tamir etmek üzere eve gelen birinin kafasında "ne verirsen ver"in bir alt sınırı vardır genellikle ve siz onun altına düşerseniz protesto edilebilirsiniz. Bazı bağlamlarda bireylerin sosyal normlara bağlılığı (ek) belirsizlikler yaratabiliyor ve(ya) etkinlik kayıplarına yol açabiliyor. Böyle durumlarda, kimi amaçlara ulaşmak için belli davranışların, geleneksel olarak tabi oldukları normlar yerine diğer normlara tabi hale gelmesini teşvik etmek arzu edilir olabiliyor. Dolayısıyla değişik davranışların hangi normlara tabi olduğu şirket ya da kamu politikaları konusunda da imaları olan bir konu.
Kişisel bir örnek
ile biraz daha gireyim konuya. Kimilerinizin hatırlayacağı gibi, geçen sayıda Kuzey Afrika diktatörlerine karşı başlayan isyan dalgasının, bunların Ortadoğu'daki "meslektaşları"nın kariyerlerine yapacağı muhtemel etkileri ele aldım. Bu konuyu yazmamın nedenlerinden biri de bu ülkelerle profesyonel bağımdı:* Ben 2010 başından beri Ortadoğu ekonomileri üzerine çalışan akademik iktisatçıların, ABD-merkezli profesyonel birliğinin, yani kısa adı MEEA olan Ortadoğu Ekonomi Kurumu'nun (meeaweb.org) başkanlığını yürütüyorum. MEEA olarak her yıl ABD'de bir kış konferansı, Avrupa'da ya da bölgede de bir bahar/yaz konferansı düzenliyoruz. Bu seneki bahar/yaz konferansımız da İskenderiye'deki Arab Academy ile ortak olarak, onların ev sahipliğinde geçen ay yapılacaktı. Gitmeyi çok arzuladığım(ız) halde, Mısır'daki olaylar yüzünden İskenderiye fikrinden ve Academy ile ortaklığımızdan vazgeçmek zorunda kaldık. Konferansı taşıyacak yer ararken, Barselona'daki ünlü Akdeniz Ekonomileri Araştırma Merkezi CREMed'den (www.cremed.eu) yardım isteme fikri geldi aklıma. CREMed'deki meslektaşlar olağanüstü anlayışlı ve yardımsever davranarak, bize yerel organizasyon ile ilgili ihtiyaç duyacağımız her türlü insan gücü desteğini, hiçbir maddi karşılık beklemeden sağlayacaklarını söylediler. Onların bu desteği beni bir yandan müthiş sevindirip rahatlatırken, diğer yandan da yeni bir endişe duymama yol açtı. Yerel organizasyon konusunda ihtiyaç duyacağımız salonların ayarlanması, otellerle görüşülmesi vb. konularda, bu hizmetlerin karşılığında para ödemediğiniz (hatta hayatta daha önce karşılaşmadığınız) birilerinin tümüyle gönüllülük esası üzerinden (yani mesleki dayanışma vb. sosyal normlar uyarınca) sağlayacağı desteğe güvenebilir misiniz? Yahut şöyle sorayım: Bu işlerde bir aksama olursa, para ödemediğiniz, yani aranızda piyasa normlarına göre belirlenmiş ve tanımlanmış bir ilişki, bir kontratın mevcut olmadığı, dolayısıyla hesap soramayacağınız birileri ile ortak bir işe kalkışmak iyi fikir midir? Barselona'daki dostların şu ana kadar yaptığı her şey, bu soruların ardında yatan endişenin yersiz olduğunu gösterdi ama burada uğraştığım daha genel bir soru kuşkusuz. Bir başka deyişle
Bedava sirke baldan tatlı mıdır?
ya da ne zaman tatlıdır sorusuna cevap sağlayabilecek kimi durumlara bakıyorum. Peki bunu neden yapıyorum? Çünkü son zamanlarda giderek popülerleşen alt-disiplinler olan deneysel iktisat ve davranışsal iktisat çalışan meslektaşlardan artan bir sıklıkla duyduğumuz bir eleştiri varr. Bunlar, neoklasik ya da ana akım (mikro)iktisat kuramının rasyonel davranan birey (homo economicus) varsayımına dayalı model ve analizlerinin kimi durumlarda yeterince iyi öngörü yapmamıza izin vermediğini ileri sürüyorlar. Onlara göre bunun nedeni, bireylerin rasyonel davranmayı sistematik olarak reddettiği ya da beceremediği durumlar olması. Örneğin, bireyin sosyal normlara göre davrandığı durum ve ortamlarda davranışlarımızı yöneten güdü rasyonellik değil.
Dan Ariely'nin bu konuları tatlı tatlı ve çok keyifli biçimde tartışan kitabı Predictably Irrational Asiye Hekimoğlu ve Filiz Şar tarafından Akıldışı Ama Öngörülebilir başlığıyla güzel Türkçemize çevrilmiş ve Optimist Yayınları tarafından yayınlanmış. Henüz okumayanlara tavsiye ederim. Ariely kitapta sosyal normlara ve piyasa normlarına göre davranışların farkını açıklamaya, özel bir günde sizi akşam yemeğine davet eden ve birçok zahmete katlanarak mükellef bir sofra kuran kayınvalideniz ya da teyzenize, sergilediği misafirperverlik ve zahmetlere karşılık para teklif edemeyeceğinizi esprili bir dille hatırlatarak başlıyor. Ben kendi teyzemden biliyorum; bunun sonuçları gerçekten vahim olabilir. Ama bence daha vahimi, piyasa normlarına göre davranmanız gereken bir lokantada sosyal normlara göre davranmaya kalkmak olur. Yani lokantada karnınızı tıka basa doyurduktan sonra, ağzınızda bir kürdanla garsona "aşçınıza söyleyin yemekler çok güzeldi, ellerine sağlık; kendisini çok takdir ettim ama bana müsaade, kahvemi evde içeyim" dedikten sonra elini sıkarak gitmeye kalkmak sonuçları diğerinden daha vahim bir norm karışıklığı olur kanımca. Benim bu tahminimin doğru olup olmadığını, gittikleri bir lokantadaki garsonla böyle bir diyalog başlatarak bizzat sınamayı düşünen deneysel iktisatçı meslektaşlar bilime büyük katkı yapmış olurlar bence (!) Böyle bir deneyi yapıp, sonuçlarını bana yazan çıkarsa, ben de üzerime düşeni yapar ve "Ahkam Keseri"nin sayfalarını kendilerine açarım. Zaten her şey bilim için.
Ariely'nin de gayet isabetle ifade ettiği gibi biz ve etrafımızdaki herkes aynı anda iki (paralel) dünyada yaşıyoruz. Piyasa normlarının egemen olduğu birinci dünyada işlem yapmanın, birilerinden bir şeyler istemenin gerek kuralları, gerekse ücret, fiyat, kira, faiz vs. cinsinden bedeli gayet net biçimde tanımlı -ve "ne verirsen ver abi" bunlardan biri değil! Sosyal normların egemen olduğu ikinci dünyada ise her şey daha sıcak ve dostça ama bir o kadar da muğlak. Benim az önce verdiğim örnekten gidersek, CREMed'in MEEA'nın Barselona konferansına vermeyi vaat ettiği desteğe minnet duyuyorum ama bir maddi karşılık beklemeksizin verilen bu destekte aksamalar olduğu takdirde nasıl davranacağımı tam olarak kestiremiyorum.
Öte yandan, sosyal normlar çerçevesinde sunulan kimi iyilikleri kabul etmekten ya da sunmaktan imtina etmeyeceğimiz pek çok durum da olabilir. Bir komşumuzun, bir meslektaşımızın hatta hiç tanımadığımız insanların bizden istediği yardımı hiçbir maddi karşılık beklemeden sunmak, ya da bize yardım olsun diye, bedavadan ya da bu bağlamda daha uygun olacak ifadeyle bilâ bedel sunulan hizmetleri kabul etmek hepimizin zaman zaman yaptığı şeyler. Hatta bu tür yardımları ya da hizmetleri en az piyasa normlarına göre yaptığımız asli işlerimiz kadar ciddiyet ve titizlikle yapıyoruz bazen. Mesela ben ve çevremdeki pek çok meslektaş, akademik dergilerden gelen ve çoğunlukla herhangi bir ücret ödenmeyen hakemlik taleplerini (her zaman yeterince hızlı biçimde olmasa da) büyük bir ciddiyetle ve önemli zaman harcayarak karşılıyoruz.
Ariely'nin daha önce bu konudaki davranış kalıplarını anlamak için bir meslektaşıyla birlikte yapıp sonuçlarını yayınladığı ve kitabında da bahsettiği bir deney ilginç sonuçlar vermiş: Deney, katılan öğrencilerin bir bilgisayarın başına oturmalarını ve 5 dakika boyunca, ekranın solunda gözüken bir çemberi fare yardımıyla, ekranın sağında gözüken bir kutunun içine taşımalarını gerektiriyor. Taşıma işlemi bitince kaybolan şekillerin yerine, yeni bir çember ve yeni bir kutu çıkıyor. Katılan öğrenciler üç gruba ayrılıyor ve piyasa normlarına göre 5 dakikalığına "işe alınan" ilk iki gruba bu iş için sırasıyla 5 dolar ve 50 sent tutarında ödemeler yapılıyor. Üçüncü gruptaki öğrencilerden ise aynı işi bilâ bedel, sadece bir araştırmaya yardım etmek adına yapmaları rica ediliyor. Sonuçta çok para (5 dolar) alan öğrencilerin daha gayretli çalıştığı ve 5 dakikada ortalama 159 adet çemberi kutulara yerleştirdiği; buna mukabil 50 sent alanların ortalamasının 101 çemberde kaldığı anlaşılıyor. Aynı işi rica üzerine yapanların ortalamasının ise ... (evet tahminlerinizi alayım...) xyz adet olduğu anlaşılıyor (cevap olan sayı dipnotta.**)
Kısacası ücret ödenmeyen "çalışanların" daha üretken olabileceği gibi ilginç bir sonuç çıkıyor bu deneyden. Yani hizmet alıcı açısından bedava sunulan, baldan tatlı gelen bir sirke falan değil bizzat balın kendisi oluyor. Nitekim Dan Ariely'nin buna paralel olarak gerçek hayattan verdiği bir örnek daha var. Bir defasında Amerikan Emekliler Derneği bir grup avukata, gerektiğinde muhtaç emeklilere (saati 30 dolar gibi) standart altı bir ücretten yasal danışmanlık/savunma hizmeti vermeleri teklifini götürüyor. Avukatların bu teklifi kabul etme oranının çok düşük kalması üzerine, dernek yöneticilerinden birinin önerisini izliyorlar ve avukatların bu hizmeti (desteği) bedava (ya da yine bilâ bedel demeliyim) vermesini rica ediyorlar. Destek ihtiyacını böylece sosyal normlar alanına taşımalarını takiben çok sayıda avukat ücretsiz yasal destek vermek için gönüllü oluyor. Bu iki kıssadan çıkan hisse şu: İnsanlar inandıkları bir neden ya da dava uğruna ücret karşılığı olmaksızın, piyasa normları dışında çalışmaları gerektiğinde de, en az ücret karşılığı çalıştıklarında gösterdikleri kadar çaba göstererek çalışabiliyor. Bu da özünde bireylerin işgücü arzı kararlarını ücretin artan bir fonksiyonu olarak modelleyen neoklasik iktisat kuramına uymayan bir karşı-örnek.
Sosyal normların etkisini ölçmeye ilişkin güçlükler, bu normların işgücü arzı fonksiyonlarına dahil edilmelerini güçleştirse de; etkilerini fark etmemizi sağlayan yukarıdakine benzer deneysel kanıtlar ve gerçek hayat gözlemlerinden çıkarılabilecek politika dersleri de var kuşkusuz. Bunlardan biri kısıtlı bütçeyle temin edilmesi gereken kimi hizmetlerde, sosyal normları daha fazla devreye sokmanın yararı olduğu. Örneğin narkotik şubede çalışan bir polis komiserinin görevini, peşinde koştuğu suçluların kazandığı paralara kıyasla çok düşük bir gelir karşılığı, üstelik de hayatını tehlikeye atarak yapmasını sağlamak, sosyal normlar devreye girmediği takdirde çok zor. Tersten giderek, piyasa normları ve tüm bireylerin rasyonellik çerçevesinde bu normlara göre davranması, muhtemelen narkotik polisi kadrolarının tümüyle boş kalması sonucunu doğurur. Aslında bu kadroların düşük maaş vs.'ye rağmen doldurulabildiğini görmemiz; bu işi yapan insanların, yaptıkları işin toplumsal faydalarına atfen gördükleri takdir gibi sosyal normların öneminin göstergesi.
Bütün bunlar iyi hoş da
Bedava sirkenin hiç de baldan tatlı olmadığı durumlar
da olabilir. Bunlar mesela hangi normlara göre davranmamız gerektiği konusunda belirsizliğin yoğun olduğu bağlamlarda karşımıza çıkabiliyor. Adını her zaman bu şekilde koymasak da, bir çoğumuzun sosyal normlar ile piyasa normlarının çakışma olasılığı olan durumlara ilişkin belirlediği (ya da belirlemek zorunda kaldığı) prensipleri var. Bir dostunun ödeyemediği borcuna kefil olduğu için büyük pişmanlık duyan insanları hepimiz tanımışızdır.*** Bazılarımız için de geçmişte yaşanmış nahoş deneyimler, takım elbisemizi terzi olan bir akraba ya da yakınımıza diktirmemek, evimizin su tesisatını hayatını tesisatçılıkla kazanan kirvemize yaptırmamak, dişimizi diş hekimi olan kuzenimizin muayenehanesinde doldurtmamak gibi kurallara dönüşmüştür. Gerçekten de, sosyal normlara tabi olması gereken bağlarla bağlı olduğunuz akraba ya da dostlarınızla, piyasa normları çerçevesinde halledilmesi gereken bir işe kalkıştığınızda çıkabilecek sorunları halletmek genellikle sorunlu ve sancılı oluyor. Dolayısıyla bazen rasyonel davranış varsayımına dayalı neoklasik talep kuramının öngördüğünün aksine, kimi ürün ve hizmetleri daha ucuza, hatta bedavaya sunacak olan tedarikçiden değil daha pahalıya sunan (ama yakınımız olmayan) tedarikçiden almayı seçebiliriz. Burada sorun, bedava sirkenin baldan tatlı olup olmaması değil; sunulanın sirke bile çıkmaması olasılığına karşı ne yapacağımızı bilmememiz ya da o olasılıkla karşılaşmak istemememiz tabi.
Bu belirsizlik sadece bu tür dost-akraba ile iş yapma durumlarında ortaya çıkmıyor kuşkusuz. Ama belirsizliğin olduğu durumlarda, hangi normlara göre davranacağımız konusunda beklentilerimiz kritik rol oynuyor. Daha önceki bir yazımda başka bir bağlamda zikrettiğim, geciken velilere ceza kesen kreş örneği bu beklentiler konusuna iyi bir örnek. Hatırlayalım. Örnek Chicago Üniversitesi'nden Uri Gneezy ve Minnesota Üniversitesi'nden Aldo Rustichini'nin bir makalesindeki deneyden. Deney, İsrail'de çocuk ve veli profilleri benzer toplam on kreşte yirmi hafta boyunca yürütülüyor. Deneyin sonucunda çocuklarını almak için kreşe gelen velilerin geç kalma oranının, gecikmeler için parasal bir ceza uygulanmaya başlanmasından sonra iki misline çıktığı gözleniyor. Yani velilerin geç kalmasına ceza kesilmeye başlandıktan sonra, çocuklarını almak için geç gelen velilerin sayısı ceza öncesi durumdan daha fazla olmaya başlıyor. Daha ilginci, çocuklarını geç alan velilere kesilen ceza kaldırıldıktan sonra da geç kalma oranı, cezanın hiç gündemde bile olmadığı ilk düzeye dönmüyor. İlginç bir anomali gibi gözüken bu davranışın açıklaması şu: Önceden sosyal normlara tabi, dolayısıyla fiyatlanmayan, bir davranışa koyulan para cezası, davranışı piyasa normlarına uygun hale getiriyor. Böylelikle ceza, beklentilerin piyasa normlarına göre şekillenmesine ve çocuklarını kreşten almakta geciken ebeveynlere "parasıyla değil mi kardeşim, parası neyse öder, kreşe de geç gideriz gerekirse" deme şansı veriyor. (Çalışmaya http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=180117 adresinden ulaşmak mümkün.)
Sorular bilmeceler
Dikkatli okuyucuların hatırlayacağı gibi, bu kreş deneyini ilk aktardığım Şubat sayısındaki yazımda gecikme zamanının bir tür Giffen malı olup olmadığını sormuştum. Ben cevabı geçen sayıda, Giffen mallarında olması gereken ters gelir etkisinin, bu bağlamda mevcut olmadığını vurgulayarak açıklamıştım ama TOBB ETÜ'den Gökhan Aktaş cevabımı görmemiş anlaşılan ve kendi cevabını bildirmiş. Gökhan'ın cevabı Giffen malı olma koşullarına atıfta bulunmadığı için bu sorunun tam doğru cevabı değil belki ama farklı normların rolüne ilişkin bir kavrayışı yansıtıyor. Uzun mesajının ilgili kısmını aynen alıyorum: "Fiyatlandırıldığında etik değer [vurgu benim-SS] ortadan kalkarak, bedelini ödüyorum psikolojisi ortaya çıkıyor. (...) Bu yüzden yalnızca psikolojik sebeplerden ötürü deneye konu olan gecikmelerin Giffen malı gibi olmadığını düşünmekteyim."
Başka sorulara ilişkin ya da yazılarımın geneline ilişkin görüş bildiren çok sayıda okur da oldu. Onların yazdıklarına da yeri geldikçe değineceğim. Şimdi yerim bitti. Sorumu sorayım. Bu, doğrudan bir iktisat sorusu değil. Güncel siyasi gündeme ilişkinmiş gibi gözüküyorsa da, güncel siyasi gündemin çağrıştırdığı bir bilim felsefesi sorusu aslında. Esasen güncel siyasi gündemi, güncel siyasi gündemi ele almış olmak için ele almayacağımı söylememe gerek bile yok sanırım. Sadece güncel siyasi gündemin verdiği ilhamla Kadri (Yamaç) bey ve Murat (Yıldırımoğlu) kardeşimizin toplarına çıkayım bu seferlik dedim. Bu seferlik dediğim gelecek sayıda. Uzun lafın kısası size sorduğum ve cevabını önümüzdeki sayıda ele alacağım soru şu:
Hükümet, ÖSYM vs. olarak sizi eleştirenlerin tümünün eleştirilerinin ya bizzat provokatör olmalarından, ya da provokasyona gelmelerinden kaynaklandığını iddia ederseniz, kimi Marksist ve Freud'cularla ortak noktanız ne olur?
Sorumuz/bilmecemiz bu. İpucu: Karl Popper, süreniz başladı.
* Diğer neden de kuşkusuz konunun güncelliğinin gani gönüllü, bağışlayıcı editörümüz, akil insan Ömer Faruk Çolak'ın güncelden tümüyle kopmama tavsiyesine uymama imkan sağlamasıydı. Yazılarınızı benim kadar, hadi gecikmeli demeyelim ama son teslim tarihini esneterek teslim ediyorsanız, editörün tavsiyelerine uyma konusunda da benzer bir esnekliği göstermeniz gerekir. Nokta. Yani Ömer Faruk, "bir sonraki yazında Galatasaray'ın ligdeki durumunu ele almanı tavsiye ediyorum" dese uyacağım bu tavsiyeye. Sebep olduğum gecikmelerden dolayı duyduğum mahcubiyet o derece yani!
** xyz = 168. Bu deney Türkiye'de yapılsaydı, adam başı 5 dolar (yaklaşık 7,5 TL) ödenen birinci grup ile 50 sent (yaklaşık 75 kuruş) ödenen ikinci grup arasında üretkenlik farkı olur muydu acaba? Bu konuda (ön)yargıları olanlar, gerekçeleriyle birlikte bana yazabilir. Keza sizce verilen işi rica üzerine yapan grubun üretkenliği diğer ikisine kıyasla nasıl olurdu?
*** Esasen bu kefalet müessesesi sosyal normlara dayalı olan dostluk ilişkilerini, piyasa normlarına tabi olması gereken kredi alma, taksitli alış-veriş vs. işlemlerine bulaştıran, finans piyasalarının gelişmediği dönem ve(ya) coğrafyalara özgü çağdışı bir kurumdu. Ne mutlu ki artık pek kullanılmıyor.
Bu yazı İktisat ve Toplum Dergisi'nin Nisan 2011 sayısında yayımlanmıştır.
Fatih Özatay, Dr.
04/12/2024
Güven Sak, Dr.
03/12/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
02/12/2024
Burcu Aydın, Dr.
30/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
29/11/2024