TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Harvard Üniversitesi'nin bir yıllık eğitim ücreti, Boston'da kişi başına gelirin yüzde 70'i kadar. Koç veya Sabancı Üniversiteleri'nden birinin yıllık eğitim ücreti ise İstanbul'da kişi başına gelirin tam yüzde 160'ı. İstanbul'un durumunun gelir adaletsizliğinin zaten büyük sorun olduğu ABD'den bile kötü olması düşündürücü. Aradaki makas, lise düzeyinden yuvaya inerken daha da artıyor.
Arz ve talep arasındaki uçurumlara, yaşamanın giderek zorlaşmasına rağmen, İstanbul'un hakkını vermek lazım; Türkiye son otuz yıl içinde büyüdüyse, bu güzel Kent sayesinde büyüdü. Aslında açıkça ortaya koysak iyi de olur: Türkiye'nin büyümesinin arkasında, ne bir büyüme stratejisi ne de sanayi politikası falan vardı. Her şey kendi haline bırakılınca, İstanbul bir mıknatıs işlevi gördü, kırsal kesimden veya Anadolu'da başka bir kentten bir vatandaş, İstanbul'a gelip, iş buldukça ülkedeki verimlilik "kendiliğinden" artmış oldu. İstanbul'da bugün kişi başına gelir, Türkiye ortalamasının yüzde 155'i. Türkiye'nin bir yılda ürettiği katma değerin yüzde 30'u İstanbul'da üretiliyor. Türkiye'de hizmetler sektörü üretiminin yüzde 50'den fazlası, sanayi üretiminin yüzde 38'i İstanbul'da yapılıyor. Türkiye'nin toplam vergisinin de yüzde 40'ı İstanbul'dan toplanıyor.[1]
Siyah noktaların kentsel nüfus yoğunluğunu gösterdiği aşağıdaki şekilde, 12. yüzyılda Sultanahmet tarafında toplanan minik bir öbek varken, Osmanlı dönemi ve Cumhuriyetin ilk yarısına kadar, tam 650 yıl boyunca aslında bu yoğunluğunun pek de artmadığını görüyorsunuz. 2008'deki duruma baktığımızda ise, geçmişine kıyasla kentin çok kısa bir sürede nasıl azmanlaştığı ortaya çıkıyor. Tüm OECD metropolleri içinde İstanbul 1990'lardan sonra en hızlı büyüyen kent.
Şekil 1: İstanbul'da nüfus yoğunluğu, 1300, 1950 ve 2008
Kaynak: NatUrban Çalışması, Arkitera (http://www.urban-age.net/publications/newspapers/istanbul/articles/arkiteraSpatialStudy/en_GB/)
Üstünde bulunan yapıların yüzde 70'inin imarsız olduğu bir kentin toprağına bu denli bir talebin oluşması kaçınılmaz olarak dev ve sürekli büyüyen bir rant pastası ortaya çıkardı. Kimisi az kimisi çok bu ranta ortak oldu ve insanlar bu rantla zenginleşti. İstanbul'a göç eden milyonları kentli yaşama entegre etmenin aslında iki yolu vardı: Birincisi onlara Avrupa standartlarında bir eğitim verip, İstanbul'un tarih boyunca bir parçası olduğu Avrupa ekonomisinde rekabetçi olmalarını sağlamaktı. İkincisi ise, toprağı sürekli değerlenen bu kentten, insanlara pay vermekti ve rant yoluyla insanların gelirlerinin artmasını sağlamaktı. Rant artışının yavaşladığı noktada ise, köprü yapıp, yol yapıp yeni rant alanları açmak, imarsız yapılara tolerans gösterip, seçim zamanları ruhsat vermekti.
Türkiye ikincisini yaptı. Ortadoğu, hatta yer yer Afrika kalitesinde bir eğitim düzeyiyle, İstanbul'un rant yaratma kapasitesine sırtımızı yaslayarak, Avrupa standartlarında bir zenginlik ortaya çıkarmaya çalıştık. Artık kabul etmemiz gerekir ki, Türkiye'nin son otuz yıldaki ekonomi politikası da buydu, gelir dağılımı politikası da, Kürt sorunuyla başa çıkma yöntemi de.
Herhalde lafı nereye getirmek istediğimi anladınız. 27 Nisan'da açıklanan, bazı basın-yayın organlarında büyük bir heyecanla, bazılarında ise büyük bir tepkiyle karşılanan Kanal İstanbul, nam-ı diğer "çılgın proje" için ben ne düşündüğümü uzun uzun yazmaktansa, artık Türkiye'nin hem İstanbul'un geleceğine, hem de kendi büyüme stratejisine yönelik bir tercih yapmasının zamanının geldiğini söylemekle yetiniyorum.
Bence önümüzde üç seçenek bulunuyor. Bunlara İstanbul'un ve Türkiye'nin 1960-2010 arasındaki nüfuslarını ve İstanbul'un bundan sonraki nüfus projeksiyon senaryolarını gösteren aşağıdaki grafikle birlikte bakabiliriz. 1960-1980 döneminde, İstanbul'un nüfusu Türkiye'ninkine paralel biçimde artarken, 1980'den sonra bir kırılma yaşandığı ve İstanbul nüfusunun çok daha hızlı arttığı görülüyor. 1960'da İstanbul'un Türkiye içindeki payı yüzde 7 iken, 1980'de yüzde 10, 2010'da ise 18'e ulaşmış.
Bence önümüzde bu üç senaryo dışında başka bir senaryo yok. Ben olsam üçüncüsünü seçerdim. Kanal İstanbul fikrinin, proje haline gelmesi ve hayata geçmesi ise bizleri birinci senaryoya götürecek. Cumhuriyetin 100. yılına girerken, bir kuşağımızı daha Avrupa'nın beceri niteliklerine ulaştırmadan Avrupa kadar zengin etmeyi başarmış olacağız.
Şekil 2: Türkiye'nin ve İstanbul'un nüfusu (1965-2010) ve İstanbul projeksiyonları (2010-2030)
Kaynak: TÜİK ve kendi hesaplarım
[1] İstanbul'la ilgili verileri Mart 2008'de yayınlanan "OECD Territorial Reviews: İstanbul, Turkey" başlıklı rapordan derledim.
[2] Kısa bir süre içinde basında gaz veren ve gaz kesen yaklaşık yüze yakın yazı çıktı bu projeyle ilgili. Bence konuyla ilgili en mantıklı analiz ise Tarhan Erdem'in Radikal'deki yazısında yer aldı: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1047601&Yazar=TARHAN ERDEM&Date=02.05.2011&CategoryID=99
[3] http://www.tepav.org.tr/tr/kose-yazisi-tepav/s/2376
Esen Çağlar, TEPAV Ekonomi Politikaları Analisti, http://www.tepav.org.tr/tr/ekibimiz/s/25/Esen+Caglar
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024