TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Kriz sonrasındaki yüksek büyüme hızının nedenleri hep kafamı kurcalıyor. Kurcalıyor çünkü bu dönemde büyümeyi olumlu yönde etkileyecek çok sayıda faktör birlikte gerçekleşti: Bunların başında da uyguladığımız güçlü ekonomik program ve olumlu dış koşullar (özellikle küresel likidite bolluğu) geliyor. Bunların hangisi başat? Biri olmadan diğeri olabilir miydi? Birkaç yazı bu konu etrafında kalmak istiyorum.Büyüme hızımız hakkında yapılan yorumlar 'Biz hiçbir şey yapmadık, yaptıklarımız zaten yanlıştı, kaderimizi yabancılar çizer' uç noktasına kadar gidebiliyor. Bu kadar keskin olmayanlar 'Büyüme sürdürülebilir değil ki' diyip işin içinden çıkabiliyorlar. Gelin yakından bakmaya çalışalım büyümenin arkasındaki nedenlere. 2002-2006 döneminde ortalama büyüme hızımız 7.2 düzeyine çıktı. Oysa, mesela 1990-2001 arasındaki ortalama büyüme hızımız sadece yüzde 3.2 düzeyindeydi. Arkasındaki nedenler bir tarafa, ortada başarılı bir performans olduğu su götürmez.Bu performans hakkında genelde ileri sürülen üç görüş var. Birincisi şu: Büyümenin arkasındaki temel neden kriz sonrasında uygulamaya konulan güçlü makroekonomik programdır. Bu görüşün gerekçelerini açıklamak üzere bu köşede çok sayıda yazı kaleme aldım. Özü şu:Özellikle kamu borcunun çok yüksek düzeyde olduğu ülkelerde, disiplinsiz politikalara devam ediliyorsa iflas riski giderek yükseliyor, reel faizler şaha kalkıyor, vadeler kısalıyor ve belirsizlik çok fazla artıyor. Özel yatırım harcamaları azalıyor. Şirketler kesimi ve bankaların bilançoları yüksek kamu açıklarının finansmanında kullanılan hazine tahvilleri ile doluyor. Anlamı şu: Yatırım yapmak isteyenlere açılacak kredi miktarı sınırlanıyor. Ayrıca bu belirsizlik ortamında yatırım isteği de son derece azalıyor. Ek olarak tüketici kredileri eser miktarda kalıyor; özellikle dayanıklı tüketim harcamaları sınırlanıyor.Sıkı maliye ve para politikası ile çarpıcı yapısal reformlar otoritelerin günah çıkarma niyetlerini ortaya koyuyor ve bu kötü gidişatın artık tersine çevrileceğine inandırıyorsa ekonomik birimleri işler rayına girmeye başlıyor: Risk primi ve reel faiz düşüyor, vadeler uzuyor. Şirketler kesimi asli faaliyetlerine doğru yöneliyor. Artan güven ve azalan belirsizlik yatırım iştahını artırıyor. Keza hanehalkı mensuplarının da 'Acaba işimi kaybeder miyim?' ya da 'Gelirim enflasyona karşı ezilemeye devam edecek' kaygıları giderek azalıyor. Harcama istekleri artıyor. Yatırım ve tüketim harcamalarındaki bu artış 'hevesi' gerçekleşebiliyor, çünkü mali disiplin sayesinde Hazine'nin borçlanma gereksinimi azalıyor, banka bilançoları rahatlıyor ve bankalar daha fazla kredi açabiliyorlar.Bu özetlediğim görüşe ilişkin eski yazılarımda çok sayıda destekleyici tablo ve grafik verdim. Bu görüş hızlı büyümeyi 'bizim gerçekleştirdiklerimize' bağlıyor. Daha fazla (şimdilik) üzerinde durmak istemiyorum; asıl ele almak durmak istediğim diğer görüşler.İkinci görüş ise hızlı büyümenin arkasında yazının girişinde vurguladığım gibi 'başkalarını' arıyor. Bu oldukça iddialı bir görüş ve küresel likidite bolluğu olmasaydı, büyüme hızımızın çok daha düşük olacağını ima ediyor. Üçüncü olarak ileri sürülen ise 2002-2006 dönemindeki büyümenin sürdürülebilir olmadığı. Gerçekten de cari işlemler açığımız çok yüksek. Bunun yüksek büyümeyle ilgisi varsa, o zaman 'Büyüdük ama sürdüremeyiz' demek çok da yanlış olmuyor gibi. Acaba öyle mi? Devam edeceğim.
Bu yazı 03.01.2008 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
30/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
29/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024