TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye ekonomisinde bir süredir ikili bir yapı gözlemleniyor. Bir yanda "tuzu kuru olan firmalar", öte yanda ise "dayanma güçleri her gün imtihana tabi tutulan şirketler" var. Bu "biri yer bir bakar" atmosferi, yakın gelecek için iyi değildir. Tedbir almak gerekir. Ayrıca İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Sayın Tanıl Küçük son derece haklıdır. Hükümetimiz, tedbir bahsinde çoktan sınıfta kalmıştır. 2008 ve 2009'dan sonra 2010 yılını da heba etmek üzeredir. Bugün isterseniz öncelikle ekonomimizdeki ikili yapıya işaret eden İSO ekonomik durum tespiti anket çalışmasına bir bakalım. Bakalım ki, zayıf bir toparlanma ışığı verdiği için analistleri sevince vuran veriler doğru bir perspektife oturtulabilsin. Merak edenleri aşağıya bekleriz efendim. Hasan Ersel Hocamız, Tuncay Bulutay Hocamızdan naklen, hep "Ortalama, karaktersiz bir kavramdır" derdi. Ortalamalar her zaman bir ekonomide işlerin nasıl gittiği konusunda sağlıklı malumat toplayabilmenize yardımcı olmaz. (2 ve 4) ile (1 ve 6)'nın ortalaması 3'ten 3.5'e çıkar. Aman aman ekonomi büyümektedir. Ama eğer setteki ilk rakam A sektörü, ikincisi ise B sektörü ise, birinde yüzde 50'lik bir küçülme, diğerinde ise yüzde 50'lik bir artış vardır. Türkiye'de bu günlerde "en kötü gerilerde kaldı" diye anılan sanayi üretimi serilerine de benzer bir biçimde ve de temkinle yaklaşmakta fayda vardır. "Altmış yaşımdayım, ben böyle düşük banka faizi görmedim" dedirten faiz oranlarına rağmen, bankaların, kredi verecek firma bulamadıklarına ilişkin açıklamalara da bu çerçevede dikkatle yaklaşılmalıdır. Bu, olsa olsa bankaların kredi vermeyi bilmiyor olmaları ile alakalıdır. Ama o ayrı bir hikâyedir ve ayrıca anlatılabilir. Türkiye'de şirketler kesimi bugünlerde ikiye ayrılmış görünmektedir: Bir yanda, bankalara erişebilen, büyücek firmalar vardır. Bunlar bir süreden beri bilançolarını düzeltmiş, stoklarını azaltmış, nakde dönmüş ve de beklemektedirler. Faaliyetlerini bir nevi rölantiye almış gibidirler. Bir bölümünün bankalardan aldıkları krediler birkaç kez yeniden yapılandırılmıştır. Beklemektedirler. Aynı rüzgârın yeniden esmeye başlamasını bekleyen eski yelkenliler gibidirler. Avrupa'dan gelen haberler, bu açıdan şimdilik pek iç açıcı değildir. Ama o başka bir hikâyedir ve ayrıca anlatılabilir. İkinci tür şirketler ise, finansal piyasalara erişimi sınırlı olan ya da hiç olmayan şirketlerdir. Bunlar esasen küçük ve orta büyüklükte işletmelerdir (KOBİ). Ya kredi almak için teminat olarak gösterebilecek mal varlıkları kalmamıştır ya da zaten bankalarla pek fazla alakaları yoktur. İşte onların vaziyeti halen pek iyi görünmemektedir. Azıcık ihtimama ihtiyaçları vardır. Bu hükümet, KOBİ'leri denizler ortasında yelkensiz bırakmıştır. Sistemli bir kriz destek mekanizması tesis edilememiştir. En son kredi garanti fonu düzenlemesi buna şahittir. Ama o da ayrı bir hikâyedir ve ayrıca pek güzel anlatılabilir. Konuyu daha fazla dağıtmadan bu yazının amacına gelelim isterseniz. İSO Ekonomik Durum Tespit Anketi'nin 2009 yılının ikinci yarısına ilişkin sonuçları geçen hafta açıklandı. Veriler, ekonomimizdeki ikili yapıya işaret ediyor. Aynı zamanda, 2010 yılının neden bir "bereketsiz büyüme" yılı olacağını da söylüyor. İstihdamın kaynağı KOBİ'lerdir ve orada hayat bir nevi berbattır. Aşağıdaki grafik, 2009 yılının, İSO anketine katılan firmalar açısından nasıl geçtiğini göstermektedir. Buradan çıkarılacak ilk sonuç şudur: 2009'un ilk yarısında tüm şirket türlerinde hızlı bir daralma yaşanmıştır. İkinci yarıda ise büyük şirketler toparlanırken, KOBİ'ler küçülmeye devam etmektedir. Bu, işte, kötüdür. Dikkate alınması gereken ikinci nokta şudur: KOBİ'ler 2009 yılının ilk yarısında hem daha hızlı küçülmüşlerdir hem de ikinci yarıda küçülmeye devam etmişlerdir. İstihdam eğilimleri ile birleştirildiğinde, altı çizilmesi gereken bir diğer nokta ise üçüncü tespitimiz olmaya adaydır. KOBİ'ler daha hızlı küçülmelerine rağmen, istihdamlarını yılın başında hemen azaltmamışlardır. Büyük şirketler ise pekâlâ öyle yapmışlardır. KOBİ'lerin yıl sonu hali hazindir. Büyümenin bereketsiz olacağına delil olarak alınabilir. Peki, 2009 yılı boyunca üretimlerini sürekli küçülten KOBİ'lerin bugün itibariyle problemi nedir? İlk hipotez şu olabilir: "KOBİ'ler, büyük şirketlerdeki toparlanmayı takip edeceklerdir." Bu çerçevede, ortadaki veriler son derece sağlıklı bir toparlanma emaresi olarak nitelendirilebilir. Öyle midir? İşte tam bu noktada azıcık ihtiyatlı olmakta fayda vardır. Eksik sayısı üçtür: Birincisi, KOBİ'ler 2009 yılı boyunca üretimlerini azaltmışlardır. İşletme sermayelerini günlük harcamalarında kullanmışlardır. İşletme sermayelerini yeniden üretememişlerdir. Şimdi toparlanma için yoğun bir işletme sermayesi ihtiyacı içindedirler. İkincisi, büyüklerin finansmana erişim problemi yokken, KOBİ'lerin vardır. Zaten büyük şirketlerin bir bölümünün kredilerini yeniden yapılandırmış olan bankaların bilançoları yüklüdür. Risk bütün ağırlığı ile oradadır. Şimdi bu bankaların hiç alışık olmadıkları bir tarzda KOBİ'leri desteklemek için devreye girmeleri zordur. Bankaların sıkıntısı işi bilmemeleridir. Üçüncüsü, ortada milleti heyecanlandıracak bir büyüme hikâyesi yoktur. IMF yoktur ve hükümetimiz iktidarının sekizinci yılında hâlâ acemi olduğunu birkaç kez kanıtlamıştır. Daha ne olsun? Hükümet, daha dün yaptığı gibi bugün de KOBİ'leri denizin ortasında yelkensiz bırakmamalıdır. Vesselam.
Bu yazı 18.02.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.