TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Yok canım, bütün iktisatçılar şişman değildir. Hepsi bana benzemez ve de sayıları Allah'a şükür daha bir milyara filan varmış da değildir. Yoksa pazarımız pek bölünürdü doğrusu ya. Geçenlerde bıraktığımız "kimse iktisatçıları sevmiyor" meselesinde, işte bu bir milyar şişman insan iktisatçıların başarısızlığına bir başka kanıttır. İktisatçıları sevmemek için kriz bir dizi kocaman delil getirmiştir. Ama bakın hayatın daha içinden deliller zaten eskiden beri mevcuttur. Gelin bakın bir milyar şişman insan niye iktisatçıları sevmemek için bir delil sayılır. Merak edenleri aşağıya bekleriz efendim. Bir milyar şişman insan neden iktisatçıları sevmemeye delil olabilir. Gelin ilk tespitten başlayalım. İlginç bir dönemde yaşıyoruz. Bu çağ kilo fazlalığı olanların sayısının açlık çekenlerin sayısını aştığı bir çağ. Eskiden yemek bulmak her yerde problemliydi. Bugün her zamankinden daha fazla gıda maddesi üretebiliyoruz. Ama gelin görün ki, bu güzel mavi yerküremizde, yaklaşık sekiz milyon kişi açlık sınırının altında yaşıyor. Buna karşılık ise kilo fazlalığı olan yaklaşık bir milyar insan var. Ne yapalım? "Müjdeler olsun mu?" diyelim. Kilo fazlalığı olanlar açlık sınırının altında yaşayanları aşınca işler iyiye doğru mu gitmektedir. Tarih doğrusal bir çizgi halinde ilerlemekte midir? Feodalizmden sonra otomatikman kapitalizm, sonrasında ise bir bakmışsınız sosyalizm mi gelecektir? Elbette hayır. Ama ortadaki dengesizlik hali, ortada bir problem olduğu daha bariz bir biçimde gözlerimize sokulmaktadır. Kulakları duyan, aklıyla sezebilen ve de gönül gözü açık olanlar için bu rakamlar feryat etmektedir. Ortada bir problem vardır. Neden bu düzende bir problem vardır? Gayet açık, kilosu fazla olanların sayısının açlık sınırının altında yaşayanların sayısından fazla olması demek, açlığın bir gıda üretimi meselesi olmadığını gözlerimize sokmaktadır. Açlık bir bölüşüm meselesidir. Güzel mavi yerküremizin her yerinden gıda fışkırmaktadır. Ama bazıları üretilen gıdaları satın alabilmek için gereken gelir akımına sahip değillerdir. Bütün o güzel iktisat modellerine karşın hayat bütün ağırlığı ile ortadadır. "Teorinin tüm renkleri hayatın renkliliği karşısında gri kalır" diyen Vladimir İlyiç Lenin yine haklıdır. Bu ilk noktadır. Demek ki, bu krizden önce de işlerin yolunda olduğunu söyleyen, ortada bir problem olmadığını iddia eden iktisatçıları sevmemek için yeterince nedenimiz vardı. Hâlâ da vardır. Açlığın bir bölüşüm meselesi olduğunu ilk kafamıza kakan da bir iktisatçıdır bu arada. Nobel ödüllü Amrtya Sen'in Bangladeş kıtlığı üzerine yıllar önce yaptığı çalışmanın sonucu tam da budur. Demek ki neymiş? Hata bütün iktisatçılarda değildir, bazı iktisatçılardadır. Bu krizin sonunda bazı kitaplar bilim tarihi müzesine kaldırılacaktır. Bütün iktisatçıları aynı kefeye koymamakta fayda vardır ara sonucu, bugünün ikinci tespiti olsun müsaadenizle. Bazı iktisatçılar iyi bazıları ise kötüdür? Peki, bu "kötü" iktisatçılar neden böyledirler? Niye böyledirler ve nereden çıkmaktadırlar? İsterseniz bu soruya cevap ararken öncelikle ortadaki bütün bu şişmanlar, pardon fazla kilolular ya da balık etindekiler ya da artık meşrebinize göre nasıl söylemeyi isterseniz öyle olanlar meselesine bir dönelim. Mesela "zengin görünümlü olanlar" da diyebilirsiniz. Ortaçağda ve günümüz Afrikası'nda şişmanlık zenginlik demektir. Sonucu birkaç rakama daha bakarak bulmaya çalışalım. Dünyamızdaki bir milyar şişmanın 300 milyonu obez kategorisindedir. Yani onların durumu daha da kötüdür. 1980'den bugüne obezlik oranı yaklaşık üç kat artış göstermiştir. Buyurun 1980'lerin bir kötülüğü daha. 1980 yalnızca finansal serbestleşme, özelleştirme ve finansal yenilikler çağının başlangıcı değildir. Obezlik çağının da başlangıcıdır. Her lafa neo-liberalizm diyerek başlayanlara müjde olarak iletelim. Artan refah bazı toplumlarda obezlik oranını hızla yükseltmektedir. Samoa'da obezlik oranının yüzde 75 olduğunu biliyor muydunuz? Serbestlik çağı hem bugünkü iktisadi krizi hazırlamış hem de hepimizi bir sağlık krizinin ortasına da getirmiştir. Ve ilkinden olduğu gibi ikincisinden de iktisatçılar sorumludur. Bakın nasıl iktisatçılar sorumludur? Çünkü düşünme çerçeveleri, kavram kutuları arızalıdır. Artan obezliğin kalp hastalıklarından şeker hastalığına bir dizi probleme ve de erken ölüme yol açtığı üzerine bir dizi çalışma vardır. Eğer herkes bu problemden kaçınmak için doğru bir beslenme rejimini uygularsa, problemi kontrol edebilir. Gelin görün ki, şişmanların sayısı bir milyarı aşmıştır. Halbuki iktisatçıların modellerindeki model-insan -ki ona homo economicus diyebiliriz- bu tür mantık hataları yapmaz. O hep doğru olanı seçer, o hep doğru olanı bilir, o bir nevi "sen neymişsin be abi"dir. Thaler ve Sunstein'ın yeni çıkan "Nudge" (Kakmak/Dürtmek) adlı kitabında vurguladıkları gibi iktisadın teorik modellerindeki homo economicus "Albert Einstein gibi düşünebilir, IBM'in dev Big Blue işlemcisi gibi bol miktarda malumatı anında elden geçirebilir ve de Mahatma Gandi'nin irade gücüne sahiptir." Dedik ya, o aynı o şarkıdaki gibi bir "sen neymişsin be abi"dir. Halbuki homo sapiens yani biz sokaktaki insanlar asla o homo economicus varsayımına uymayız. Uymayız kardeşim, biz öğleyin ne yediğimizi akşama unuturuz. Günde belli sayıda kişiden fazlasıyla konuşursak ne söylediğimizi de hatırlamayız. Seçenek sayısını üçe çıkartırsan, kararsız kalırız. Hiç fark etmez, sinemada ya da namazda "Arabanın kapısını kilitledim mi?" diye panik atak geçiririz. Dedik ya biz "homo sapiens"ler "homo economicus"a pek benzemeyiz. Dünyaya homo economicusların yaşadığı bir otokrasi olarak bakan iktisatçılar için dünyadaki bu bir milyar şişman homo sapiens anlaşılmaz bir durumdur. Asla rasyonel değildir. Teorideki mükemmel malumat ortamında anlaşılamaz bir durumdur. Ama vakıadır. Ne derdik hep? Vakıa ile kavga edilmez. Demek ki ortadaki bu bir milyar insan bu krizden önce de iktisatçıları sevmemek için yeterince nedenimiz olduğuna bir delil olarak kabul edilebilir. Eğer onlar zamanında homo economicus yerine homo sapiens'i temel alarak düşünme çerçevelerini, modellerini ve de önerilerini oluştursalardı, bugün belalarımızın sayısı daha az olurdu elbette. Bu da günün üçüncü noktasıdır. Peki, ama bu homo economicus fikri nereden çıkmaktadır? Bu homo economicus fikri 1870'leri takip eden kırk yıl içinde biçimlenmiştir. Demek ki neymiş? İlk küreselleşme dönemi bu varsayımın iktisat literatüründe biçimlendiği dönemdir. Bu dönem kendi içine kapalı bir büyük iktisat teorisinin tanımlanma dönemidir. Teorimiz kendi içine kapalıdır çünkü her türlü soruya cevabı vardır. Bir ufak problemi vardır: Homo economicus vasayımı yanlıştır. Malumat mükemmel değildir. Malumat iktisadi aktörler arasında mükemmel bir biçimde dağılmış değildir. Dağılsa bile homo economicus olmayıp birer homo sapiens olan insanlar kendilerinden beklenen bir biçimde davranmamakta ısrar etmektedirler. O kendi içine kapalı teorik çerçeve hiç mi eleştiri almamıştır. Hiç mi bir kahraman çıkmamıştır? Çıkmıştır. Büyük teorinin ilk eleştirisi üstadımız Keynes'ten gelmiştir. Homo economicus yerine homo sapiens'i öne çıkaranların ilki odur. 1937 yılının şubat ayında Quarterly Journal of Economics'te, bir meslek mecmuasında, kendi ortaya attığı genel teorinin, "türümüzün, kendi geleceği hakkındaki cehaletiyle başa çıkma metotlarının sonuçları ile alakalı olduğunu" söyler. Homo economicus'un kendi geleceği hakkında bir şüphesi yoktur, ne olacağını bilmese de olabileceklerin hepsinden haberdardır, ayrıca her bir olabilirin hangi olasılıkla olabileceğini de bilmektedir. Dedik ya o bir nevi "sen neymişsin be abi" ya da "abla"dır. Halbuki üstadın aklında daha o günden beri homo sapiens vardır. Keynes iktisadı hayatla alakalıdır. Keynes'ten beri bazı iktisatçılar ötekilerden daha farklıdır. Her iktisatçı aynı değildir sizin anlayacağınız. Bu da günün dördüncü tespitidir. İşte o yüzden Paul Krugman'ın geçen hafta sonu New York Times'ın pazar ilavesinde çıkardığı sonuçlar geçerlidir. Beşinci nokta olarak sıralayalım isterseniz: Birincisi, homo economicus varsayımının yerine homo sapiens'i koyduğunuzda, finansal piyasalar mükemmel işleyen mekanizmalar değildir. Kriz normaldir. İkincisi, bugüne kadar Keynes'le dalgasını geçenler de dahil, tüm iktisatçılar, Keynes iktisadının resesyon ve depresyon dönemlerini anlamak için en iyi çerçeveyi sunduğunu kabul etmelidirler. Üçüncüsü, finansla ilgili hakikat makroiktisadın içine yerleştirilmelidir. Ama bakın bu tespitler yeterince radikal değildir. Dönem, bir bütün olarak kitapta homo sapiens'in ağırlığını artırma dönemidir. Keynes'in başladığını Stiglitz zaten ilerletmiştir. Üstat zamanında sosyalizm deneyiminin başarısızlık nedeninin neo klasik iktisadın homo economicus varsayımı olduğunu yazmamış mıydı? Yazmıştı. Şimdi zaman homo sapiens'i daha iyi keşfetme ve teorik çerçeveye ekleme zamanıdır. Yoksa bu millet bizi sevmemeye devam edecektir.
İktisatçıları seviniz, vallahi hepsi kötü değildir.
Bu yazı 05.09.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024