TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Dünya Bankası haziran ayının ikisinde Latin Amerika ile ilgili bir açıklama yayımladı. Gördünüz mü? Mealen şöyle: Bundan önceki krizlerle kıyaslandığında Latin Amerika bu krizde iyi gidiyordu. 2009 yılı için bölgenin yüzde 0,9 küçülmesi bekleniyordu. Latin Amerika'da büyümenin başlangıcı ve toparlanma, gelişmiş ülkelerdeki toparlanmayı takip edecekti. Latin Amerika, bundan önceki krizlerle aksine, bu kez gelişmiş ülkelerdeki eğilim olumluya döndüğünde, trendi rahatlıkla takip edebilecekti. Durum böyleydi, çünkü Latin Amerika kriz öncesinde "yağmur yağarken bir kenara toplamış ve daha sonra tasarruf ettiği tutarı ekonomik destek paketleri ile doğru bir biçimde harcamaya başlamıştı." Bizim Dünya Bankası açıklamasından anladığımız budur. Şimdi isterseniz bu açıklamanın eşliğinde Türkiye için bir durum değerlendirmesi yapalım ve evvelki gün eksik bıraktığımız bahse azıcık eğilelim. Eksik kalan husus şudur: Şirketlerimiz ne durumdadır ve ülkemizin üretim kapasitesi bu süreci nasıl geçecektir? 2010 yılını merak edenleri aşağıya bekleriz. Dünya Bankası açıklamasından çıkartılması gereken ilk sonuç şudur: Türkiye dünyadaki olumlu gelişmelerden yararlanabilecek durumda olan tek ülke değildir. İçinde bulunduğumuz dönemde krizden fırsat çıkartabilmek için akılda tutulması gereken ilk mesele budur. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi (DEİK) tarafından bu yıl düzenlenen Dünya Türk Girişimciler Kurultayı'nın bizim aklımızda bıraktığı tat tam da böyleydi. Türkiye, dış ekonomik ilişkiler açısından en hızlı alan kaybedebileceği, mevzi terk etmek zorunda kalabileceği bir dönemden geçmektedir. Hesapları yaparken bu dönemin dış pazarlarda rekabetin hızlanacağı bir dönem olacağını hiç akıldan çıkarmamakta fayda vardır. Bu dönemde dünyanın bazı pazarlarının diğerlerinden daha hızlı büyüyecek olması, yalnızca keskinleşecek rekabete karine olabilir. Bu tespiti takip etmesi gereken ikinci husus ise şudur: Başka ülkelerin hükümetleri kızışmakta olan rekabet ortamında kendi ülkelerine ait olanı sonuna kadar desteklemek üzere tedbir almaktadırlar. Tedbirleri beğenmeyebilirsiniz, ama atılmakta olan adımlar neyin olmakta olduğunu göstermektedir. Bu tedbirler doğrudan doğruya dış ticareti ve yabancı para kazandırıcı faaliyetleri desteklemeye yönelik önlemlerdir. Artan anti-damping soruşturmaları bu konuda neyin olmakta olduğunu göstermektedir. Pek çok ülke kızışan rekabet ortamında kendi şirketini korumaya ağırlık vermektedir. Bu akılda tutulması gereken bir noktadır. Yukarıdaki değerlendirmeden çıkarılması gereken üçüncü husus ise doğrudan doğruya iç pazar ve şirketler kesimi ile alakalıdır: Başka ülkelerin hükümetleri güçlü ekonomik destek paketleri ile şirketlerini gelecekteki döneme daha sağlam hazırlamaktadır. Demek ki neymiş, ülkenin üretim kapasitesini korumak için tedbir almak gerekiyormuş. Başarının arkasında doğru iktisat politikası tasarımı ve canlı tutulan bir heyecan yatmaktadır. Burada temel mesele şudur: Vakit, aktif iktisat politikası dönemidir. Bunu da akılda tutmakta fayda vardır. Gelelim dördüncü tespite: Bizim gibi ülkelerdeki canlanma merkez ülkelerdekini takip edecektir. Ülkemizin dış ticaret yapısını da, iç tasarrufların düzeyini de bir yıl içinde kapsamlı bir biçimde değiştirebilmek mümkün değildir. Elimizdeki barut sınırlı olduğuna göre atılacak adımlarda ehem ile mühimi ayırt edebilmek önem taşımaktadır. Ülkemizin acil gündemi ile orta vadeli gündemini birbirine karıştırmamak gerekmektedir. Acil gündem bugünkü çıtayı hatasız atlayabilmektir. Orta vadede ise yarıştan kopmamak gerekmektedir. Problem şudur: Okyanuslara açılmaya hazırken, okyanus yolundaki derede boğulmak da vardır. Türkiye'de bugün içinde bulunduğumuz ortam ortada bir karışıklık olduğunu göstermektedir. Kızışan bir rekabet ortamında ortadaki bu kafa karışıklığı iyi değildir. Kötüdür. Bunun akıllara kalıcı bir biçimde kazınmasında fayda vardır. Beşinci tespit ise yukarıdaki alıntıdan değil, bizdendir. Türkiye önümüzdeki dönemde inanılmaz bir iktisadi potansiyele sahiptir. Hakikaten son günlerde sıkça vurgulandığı gibi, "Kriz varsa, çare de vardır". Eksik olan çareyi kuvveden fiile geçirmekteki sıkıntımızdır. Burada unutmamız gereken nokta şudur: Önce eşeği sağlam kazığa bağlayıp sonra tevekkül etmek gerekmektedir. Gelemediğimiz noktaya hafif bir giriş ile bugünü kapatalım, müsaadenizle. Şirketlerimiz bu krize başka ülkelerin şirketleri gibi hazırlıksız yakalanmışlardır. Şu anda ise kendi imkânları ile çarklarını kör topal döndürmeye çalışmaktadırlar. Bu işi yapabilmek için ellerindeki kaynakları harcamaktadırlar. 2001 krizi sonrasında Türkiye'de "kredisiz büyüme"yi sağlayan ana etken şirketlerin elindeki kaynakların harekete geçmiş olmasıydı. Ama o gün ortada bir çıkış yolu stratejisi vardı. Bugün ise yoktur. Dün şirketler kamunun oyun planını biliyorlardı. Bugün ise bilmiyorlar. Önümüzdeki dönemi değerlendirirken bu faktörü de analiz etmekte fayda vardır. Bir çıkış yolu stratejisi ile özel sektörün dinamizmi belli noktalara odaklandırılmalıdır. Bugünler kaynak israfından en çok kaçınılması gereken dönemlerdir.Kriz dönemleri, kapitalizmi en çok kapitalistlerden korumamız gereken dönemlerdir.
Bu yazı 04.06.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024