TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Tamam hafta sonundayız. Ama "hafta sonu yazıları eğlendirmeli olur, ciddiye kaçılmaz" diye bir kural yok herhalde. Hafta sonları neden tefekkür zamanı olmasın? Şöyle hayatın hayhuyundan çıkıp, etrafa daha tepeden bir bakmak için fırsat olmasın? Bugün biz oradayız efendim. İsterseniz, sizi de bekleriz. Bu günlerde dünyanın her tarafında garip duygular içindeyiz. Bahardan mıdır, nedir? Bu günlerde herkes işin kötü bölümünün artık geride kaldığı konusunda hemfikir olmaya dünden razı duruyor. En azından öyle söylüyorlar. Rakamlar, şöyle üstten bir bakarsanız, hiç de fena durmuyor. Ama bir yandan da mesela, Avrupa'da, bankalarla ilgili olarak ortada pek de sevinçli olmayan bir telaş var. Bu hafta Almanya'da hükümet kötü kredilerle ilgili yapılması gerekenler konusunda bir hazırlık açıkladı. Sonuç pek mutlu karşılanmasa da hazırlık doğru konu üzerine yoğunlaşmıştı. Avrupa bankalarında bir sorun vardı. Geçen hafta Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) yeni sürprizi, bir nevi varlığa dayalı menkul kıymet (VDMK) olan "gelir akımına dayalı bonolar" (covered bonds) karşılığında bankalara likidite sağlama imkânının açıklanmasıydı. ECB içindeki tartışmalar yakında bu imkânın finansman bonolarına doğru genişletilmesi yönündeydi. Avrupa'da bir problem var. Bakın bu ne problemi? Küresel finansal krizimizin kaynağı Amerika Birleşik Devletleri'ydi. Amerikan finansal piyasalarının icadı olan VDMK'nın şeffaflıkla ilgili problemleri küresel finansal sistemde karşı taraf riskini artırınca, kimse kimseyle iş yapmaz oldu. Ortaya ciddi bir güven krizi çıktı. Hepimiz için ortadaki problem esas olarak "Amerikan işi"ydi. Neden öyleydi? Çünkü problemin kaynağı olan menkul kıymetlerin Avrupa piyasalarında ağırlığı sınırlıydı. Gelin iki rakama bakalım: Birincisi, şirketlerin doğrudan finansmanı için ihraç edilen menkul kıymet (direct debt securities) stoklarının milli gelir içindeki payı ABD'de yüzde 168 iken, Avrupa'da yüzde 81 yalnızca. 2007 sonu itibariyle rakamlar böyle. Peki, Avrupalı şirketler, Amerikalılardan farklı olarak, faaliyetlerini nasıl finanse ediyorlar? Gayet basit: Banka kredileri vasıtasıyla. Banka kredilerinin milli gelir içindeki payı Avrupa'da yüzde 145 iken, ABD'de yüzde 63. Rakamlar yine 2007 sonu itibariyle. Bu ne demek? Avrupa'da menkul kıymetler vasıtasıyla şirketlerin finansmanı ABD ile kıyaslanınca daha az önemli demek. Devam edelim, Avrupa'da sermaye piyasaları daha az etkin ve de daha az önemli demek. Bakın bu da önemli. Finansal yenilik yapmak daha zor demek bu aynı zamanda. Yetmedi mi? Buyurun bir sonuç daha: Avrupa'da banka bilançolarında küresel krize yol açan daha az zehirli atık var bu durumda. Öyle ya, Avrupa bankalarının bilançolarında, ABD'den farklı olarak daha fazla kredi yer alıyor. Bu da ikinci sonucumuz olsun. Yukarıdaki rakamlar bir üçüncü tespiti daha gerektiriyor farkındaysanız: ABD ile kıyaslandığında, Avrupa'da bankalar şirketler kesiminin finansmanı açısından daha fazla bir önem taşıyorlar. Hatta şöyle de söylemek mümkün: Almanya ve İtalya'da sanayinin temelinde bankacılık sistemi yer alıyor. Alexander Gerschenkron'un Kuzey İtalya'da sanayileşme ile ilgili tezleri bu çerçevede değil miydi? Öyleydi. Şimdi gelelim meseleye. Bankacılık krizi, ABD'de, banka bilançolarındaki zehirli atıkların kârlı yatırımlardan ayrılamamasından çıktı. "Bilançonda ne var" oyunu sonunda güven krizine yol açtı. Avrupa'da buradan büyük bir bankacılık problemi çıkmadı. İki biçimde çıkmadı: Birincisi, Trichet'nin övünerek söylediği gibi, güven krizinin tepe noktasında ABD bankalarının likidite ihtiyaçlarını doğrudan FED karşılarken ECB aynı işlevi görmek zorunda kalmadı. Avrupa bankaları ağırlıklı olarak birbirlerini fonlamaya devam ettiler. 16 ülkelik euro alanı içinde bankalar arası piyasa ağırlıklı olarak işlemeye devam etti. Şimdilerde LİBOR normalleşirken Avrupa bankalarına neşter vurulmaya başlandı. İkincisi, Avrupa'da ABD'deki gibi stres testi filan da olmadı. Bankalara kocaman kocaman fonlar da aktarılmadı. Peki, şimdilerde o başlangıçtaki güven krizi ile ilgili bir dizi önlem alınmışken Avrupa bankacılık sisteminde neler oluyor? Avrupa, küresel bankacılık krizinde alınacak tedbirler konusunda neden arkadan geliyor? Ortada yeni bir mesele mi var, yoksa Avrupa bir türlü karar alamadığı için kendi beceriksizliğinden mi geriden geliyor? Keşke yalnızca ikincisi olsaydı ama galiba birincisi. Galiba ortada bir yeni mesele var. Dikkatle takip etmemiz gereken hadise şu: Bıçak gibi kesilen iç ve dış talep nedeniyle nakit dengesi bozulan şirketlerin ödeme güçlüğü içine düşmesi bankacılık sistemini zorluyor. Zorlamaya da devam edecek gibi duruyor. Bu çerçevede daha önce ne demiştik? "Şirketleri zor durumda olan bir ülkenin bankacılık sistemi sağlam olamaz." Nitekim olmuyor işte. Konu neden önemli? Birincisi, Avrupa'daki şirketlerin finansmanında banka kredileri önemli. Kredisiz üretim olmuyor. İkincisi, krediler banka bilançoları için de son derece önemli. Orada problem varsa, problem bankacılık sisteminin kalbinde demek. Üçüncüsü, problem hızla çözülemezse, Avrupa'da toparlanma filan olmaz. Dördüncüsü, zaten ECB Başkanı Jean-Claude Trichet 7 Mayıs'ta ne demişti? "2009 yılında ciddi bir küçülme ve 2010 yılında tedrici bir toparlanma" dememiş miydi? İşte o zorlaşabilir. Beşincisi, Türkiye açısından, Avrupa'nın toparlanması, küresel talebin toparlanması demektir. Ya da tam tersi. Dikkatle izlemekte ve hayale kapılmamakta fayda vardır.
Bu yazı 16.05.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024