TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Her yılın başında adettendir o yılı nitelemek, başlayan yıla ilişkin düşünceleri kağıda dökmek. 2025’i tanımlamak daha kolay. 2025 Trump yılı olacak. Bundan öncekilere “bu yıl belirsizliklerle dolu” demişseniz 2025 hepsini aratmaya aday doğrusu.
Küresel olarak bakıldığında, öngörüde bulunmanın çok zor olduğu bir yıl olmaya aday 2025. Bir nevi, hiç tanımadığınız bir evde zifiri karanlık bir odaya girmek gibi. Neden? Başkan Trump birkaç hafta içinde göreve başlayacak. Her şey beklentilere uygun bile gitse Trump’ın hangi hadiseye ne tür tepkiler vereceğini kestirmek en zoru.
Nereden çıktı bu Panama Kanalı kavgası?
Doğrusu ya, Trump döneminin, Türkiye gibi ülkeler açısından bakıldığında, kolay olan bir tarafı da var aslında. Hiç değilse ortada bir yanlış anlama ihtimali, iletişim problemi filan olmayacak, Trump bir kere bir karar verdikten sonra.
Herhangi bir karar sonrası iletişimin nasıl yapıldığını geçen seferden hatırlarız hala milletçe. Sene 2018 filan. “Akıllı ol, başına bela olmayayım. Liste ortada. Bak şimdi şunu yapabilirsin, ama onu kesinlikle yapma, bunları ise yapmayı aklından bile geçirme. Anladın mı? Bir daha tekrar edeyim mi? Bak sonra yakınma.”
Ne yok burada? Muğlak, dolaylı, yandan hiçbir laf yok. Her şey direkt, doğrudan, hatta olanca kabalığıyla ortada. Şimdi böyle bir durumda iletişim kazası olması ihtimali düşük. Ama sinir olma ihtimali pek fazla. Doğrusu ya, gücünün farkında bir muhatap ile pek bir pazarlık şansı da yok doğrusu. Her konu pazarlığa açık elbette ama muhatabın ilgisini pazarlık konusuna çekmek zor. İyi değil.
İyi değil çünkü muhatabın verdiği karar, Jared Kushner’ın yazdıklarından anladığım, son derece anlık. İnsiyaki yani içgüdüsel daha çok bir taraftan da sanki. Hani ormanda bir dalda oturan bir maymun, bir tehlike hissedip yerini değiştirirken, ne kadar ayrıntılı bir analiz yapıyorsa hangi ağacın hangi dalına en rahat geçebileceğine dair karar alırken burada da o İşte “anlık” dediğim bu işte.
Ortadaki dosya ile ilgili birden fazla uzman önceden titiz bir çalışma yürütüyor, kağıtlar yazıyla doluyor. Herkes toplantı masasına doluşuyor. Başta başkan olmak üzere hiçbiri uzun uzun bir rapor okumamış tabii. Sonra biri bir şey diyor, hazırlıkla alakasız bir sonuç birden başkanın kafasında karar oluveriyor. Sonrası “tarihsel kişiliğinize uygun bir karar oldu bu, efendim.” Buyur buradan yak. Herhalde en kolay biz anlarız ne olduğunu bundan böyle. Bak bu da fena değil.
Bakın mesela geçen haftalarda Trump önce “Panama Kanalı’nın yönetimi Amerika’ya dönsün, 2009’daki işlemi iptal edelim” dedi. Yetmedi “Grönland’ı da bize satmaları lazım zaten” dedi. Olur, paşam. Hep yarım fikirler. Dediğim bu işte.
Neymiş? Panama Kanalı’nda yıllık geçiş ücreti bilmem kaç yüz milyon dolara çıkmış. Bu adeta soygunmuş. Sanki kanal idaresi milleti soymak için tertip içinde. Halbuki Panama’da kanal geçişinin güçleşmesinin nedeni iklim değişikliği etkisi. Bölgeye yağışlar azalınca, bir gemiyi Atlantik’ten Pasifik’e atlatmak için gereken 50 milyon galonluk su miktarını karşılamak giderek zorlaşıyor. 2023’ten beri yağışlar azalıyor. Neden? Kanalın yapısından. Pasifik tarafında, su seviyesi Atlantik’e göre daha yüksek. Bir taraftan diğerine gemiyi geçirmek için, gemiyi aşamalı olarak üç havuzla tepeye çıkartıyor sonra aşağıya indiriyorsunuz. Suyu önce aşağıdan yukarıya akıtmak gerekiyor mühendislik becerisiyle gemiyi tepeye tırmandırmak için.
Bölgede artan su sıkıntısı, günlük olarak kanaldan geçebilen taşıt sayısını sistematik olarak azaltıyor. Ne oluyor? İstekliler arasında ihale bile açılıyor bir sonra geçecek gemiyi belirlemek için. Haliyle iklim değişikliği kaynaklı su kısıtı kanal geçiş maliyetini de artırıyor.
Normalde buradan iklim değişikliği ile mücadele konusunda bir sonuç çıkartmak lazım. Ama konunun mankeni Trump olunca işte böyle oluyor. Analiz yerini yarım fikirlere, orta okul yıllarından gelen sarsılmaz kanaatlere bırakıyor. Gel de anlat. Kushner’ın kitabından anladığım. Yarın kanal Amerikan yönetimine geri dönse problem baki halbuki, bilenlerin yaklaşık 1,5 hatta 2 yıldır anlattığı gibi. Ama ne gam. O lafını der böyle ortaya, siyasetçi işte.
“Acaba çalışacak eleman bulmak mümkün olur mu?”
Global böyle de bölgemiz çok mu iyi? Burası da belirsizliklerle dolu. En yakın hadise Suriye. Suriye’de şimdi eski dönem bitti. Yeni dönem daha başlamadı. Bugünlerde herkes gibi ben de bundan sonrasına nasıl geçilir diye merak içindeyim elbette.
Geçenlerde Halep’teki fabrikasını Kahramanmaraş’a nakletmiş Suriyeli bir girişimci ile konuşuyorum. Buradaki işletmenin tedarik zincirini Suriye’ye doğru uzatmak istediğini anlatırken “altyapı problemleri tamam onlar hallolur” dedi. Elektrik, yol ve hatta güvenlik için. “Asıl önemli olan orada çalışacak nitelikli/niteliksiz eleman bulup bulamayacağım. Asıl sıkıntı şimdi orada.” Doğru söze ne denir?
Şimdi Suriye’de envanter çalışması aşamasındayız daha. Listeye personel meselesini de eklemek lazım. Suriye Dünya Bankası raporlarında çalışma çağında erkek sayısının yetersiz (male deficiency) olduğu bir ülke olarak tanımlanıyor bu günlerde. Ekserisi erkek, yaklaşık 500 bin kişi iç savaşta ölünce hal böyle. Kadınların bu işi üstlenmesi için yapılacaklar var ama yol uzun. On üç yıl süren iç savaşın zarar envanterine toparlanma sürecinde ekonomiyi canlandıracak eleman sıkıntısını da eklemek lazım sanırım.
Bugün Türkiye’de Suriyelilerin sahip ya da ortak olduğu yaklaşık 35 bin Türk şirketi var. Yandaki grafik memleketin her yerinde Suriyelilerin sahip ya da ortak olduğu Türk firmaları olduğunu gösteriyor. Balon ne kadar büyükse o ilde o kadar çok firma var. Bu aslında bir şans, Türkiye’nin her tarafında Suriye’ye giden yolu bilen, orada iş yapma tecrübesi olan Türk şirketi var. Yeni ortaklıkların tam zamanı bana sorarsanız.
Bu şirketlerin önemli bir bölümü faal. Türkiye-Suriye ticareti bu şirketler sayesinde devam ediyor, mal satılıyor, tahsilat yapılıyor. Ödemeler sistemi çalışmıyor ama tahsilat yapılıyor. Şimdi OECD’nin gri listesini de düşününce bu işleri kitaba uygun hale getirme zamanı doğrusu.
2024 çukurdan çıkma sürecinde başlangıcın sonu olamadı
Geçen yıl başındaki dileğim buydu. Hatırlatayım. “2023’ü kazasız atlatmış olmanın ne manaya geldiğini unutmamak lazım” demiştim. “2023 Türkiye’nin artık kazmayı bırakmaya karar verdiği yıl oldu. Halbuki 2018’den beri kazıyorduk, olduğumuz yerde. …Şimdi ancak 2024’te çukurdan çıkmayı deneyeceğiz yerel seçimlerden sonra.”
“Böyle bakınca ben 2024’ü 2025’e geçiş yılı olarak düşünüyorum doğrusu. Nisan ya da Mayıs 2024’te bugünkü tedbirler manzumesini bir ekonomik programa dönüştürebilir ve uygulama süreci üzerindeki mevcut “seçimlere giderken beni daha fazla insanla papaz etmeyin” ipoteği kalkacağı için hızlı politika adımlarına yönelebilirsek 2025 kurtulur.”
Ne oldu? Tam olmadı. Riskler azaldı. Günü kurtarmak için başımıza sarılan KKM belası artık daha küçüldü. CDS risk primi önemli ölçüde düştü. Enflasyondaki yavaşlama eğilimi ortada ama olmadı.
2024, Churchill’in 1942 El Alameyn zaferinden sonra dediği gibi. “Bu son değil, sonun başlangıcı da değil, olsa olsa başlangıcın sonudur” dediği gibi bir yıl olamadı.
2024 risklerimizi azalttığımız ama intibakın bütün yükünü para politikasına yüklediğimiz için “faiz oranlarının enflasyonla mücadele için gerekenden daha yüksek olduğu”, sabrımızı taşıran bir yıl oldu.
Olsun. Malum “bütünlük insan kafasının vehmidir.” Hayatta her şey tam olmaz, “olabilecekler olur.” Biz ileriye 2025’e bakalım.
2025 hala çukurdan çıkma yılı olabilir
Şimdi kendimizi enflasyon düştükçe faizin de zaten düşeceği ihtimaline hazırlama dönemindeyiz. Analizin yerini yarım fikirlere, orta okuldan kalma sağlam kanaatlere bırakmasını engelleyebilirsek işlerin iyi olma ihtimali kötüye gitme ihtimalinden daha yüksek.
Neydi Birinci Çukur Kanunu: Çukurun içindeyseniz, kazmayı bırakın. Kazmayı bıraktık. Aklımızda İkinci Çukur Kanunu: Kazmayı bırakmış olmanız, çukurda olduğunuz gerçeğini değiştirmez. 2025 Türkiye’nin çukurdan çıkış yılı olabilir. 2025 Türkiye’nin kendi kazdığı çukurdan çıktığı yıl olmalı. Ve aklımızda hep üçüncü çukur kanunu “Çıktığın çukura bir daha düşme ya da çıkar çıkmaz yeni çukur kazmaya başlama.”
Önümüzü yeniden görmeye ve ileriye bakmaya başladığımız, etrafımızdaki jeopolitik gelişmelerin fırsat değil, ekonomik güvenlik riski olduğunun farkına vardığımız yıl olmalı 2025. Hayal kurmanın değil, ayaklarımızı sağlam bir biçimde yere basmanın yılı olmalı.
İklim Kanunu ile 2053 net sıfır yılı hedefi artık kanunlaşmalı. Kömürden çıkış yılı belli olmalı. Afşin Elbistan’a iki ek ünite yapılması ile Çayırhan’ın özelleştirilmesi kararı iptal edilmeli. Kömür için yakında kapanacak ünitelerle kaynak israfı artık bitmeli. Olmayacak duaya amin demenin manası yok.
Yeşil dönüşüm sürecinde adil geçiş stratejileri için artık bütçede bir fasıl açılmalı. Emisyon Ticaret Sistemi’nden (ETS) gelecek kaynaklar adil geçiş stratejilerine tahsis edilmeli.
Adil geçiş çerçevesinde, yerel kalkınma üzerine düşünürken artık “bayat” tedbir paketlerinden “taze” bir başlangıç çıkmayacağının bilincinde olmalıyız. Doğu için eski usul sanayileşme ve tarım-hayvancılık desteklerine değil, kültürel ve doğal varlıklar turizmi odaklı topyekun bir kalkınma stratejisine ihtiyaç var.
Suriye’deki gelişmelere ihtiyatlı bir biçimde, Suriyelilerin sahip olduğu ya da ortak olduğu Türk şirketleri vasıtasıyla planlı bir biçimde bakmak gerekiyor.
2025’i çukurdan çıkma yılına çevirmek için boş bölgesel ve yerel siyasi hayaller ile hamaset yerine somut kalkınma adımlarına odaklanmakta, Trump Yılı’nda olduğumuzu hep hatırda tutarak üçüncü çukur kanununu tekrarlamakta fayda var.
Unutmayın, Trump ile yeni bir bölgesel güvenlik çerçevesi şekilleniyor, Kıbrıs’ın önemi sanki artıyor.
Hadi bakalım kolay gelsin.
Bu köşe yazısı 06.01.2025 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.