logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Güven Sak, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

TTK'ya uyumun maliyeti 6 milyarı aşar mı? 29/05/2012 - Okunma sayısı: 1566

Türkiye, küçük şirketler üzerindeki kamuyu aydınlatma yükümlülüklerini TTK ile arttırırken Amerika hafifletmektedir.

Yasaya uymanın maliyeti ne kadar düşük olursa, o yasa o kadar rahat uygulanır. Uyum maliyeti arttıkça yasaya direnç de artar. Ben son günlerdeki Türk Ticaret Kanunu (TTK) tartışmalarına, bu nimet külfet dengesi açısından bakma eğilimindeyim. TTK iyidir. Peki, bu iyilik getirdiği külfete göre nasıldır? Hangi tür şirketleri daha yüksek bir külfet beklemektedir? Ortam buna uygun mudur?

Önce hesabı söyleyeyim: Yeni TTK’ya uyumun yıllık maliyetinin 6 milyar TL’yi aşması bekleniyor. İlgili nota TEPAV sitesinden bir bakın. Bu şirketlerimize eski parayla 6 Katrilyon liralık bir ek yük getiriyoruz demektir. Neden getiriyoruz? Kamuyu aydınlatsınlar, şirketlerin ne olduğunu anlatsınlar diye bunu yapıyoruz. Şirketler kurumsallaşsın istiyoruz. Müsaadenizle beş başlıkta ne düşündüğümü bir anlatayım.

İlk nokta şudur: Normalde, şirketler kesimi reformunu bankaların yapmasını beklersiniz. Büyümek isteyen şirket, finansal piyasalarla ilişkisi çerçevesinde, giderek yönetim yapısını kurumsallaştırmak zorunda kalır. Sistemin merkezindeki büyük firmaları oluşturan, finansal sistem ile kurulan ilişkilerdi. Sistem, Türkiye’de bugüne kadar böyle işlememiştir. Bankalarımız, 1990’lı yıllarda, Hazine operasyonlarına odaklanıp, şirketler yerine Hazine’ye borç vermeyi tercih edince, bankaların şirketler kesimini tanıyabilmesi mümkün olmamıştır. Yeni TTK’da, şirketlerin kurumsallaşma sürecini zamana bırakmak yerine, ceza ile hızlandırmak yolu tercih edilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, yapılan Fransız usulü devletçi geleneğimize son derece uygundur. Firmaya, belli uygulamalar için müşevvik vermek yerine, ceza uygulamak son derece Türk usulüdür.

İkinci olarak, her şirket yeni TTK düzenlemesinden aynı biçimde etkilenmeyecektir. Küçük şirketlerimiz, bu kurumsallaşma sürecinde daha yüksek bir maliyete katlanmak zorunda kalacaktır. Burada toplamı 6 milyara varan uyum maliyetinin kaynağında bağımsız denetim yükümlülüğü, işlem denetçisi uygulaması, web sitesi tasarımı bir dizi kamuyu aydınlatma yükümlülüğü bulunmaktadır. Türkiye’deki 1,4 milyon şirketin 1,2 milyon adedinde 10’dan daha az çalışan vardır. Ama toplam olarak bakarsanız, kayıtlı çalışanların, yüzde 30’u, yani 3,3 milyon kişi buralarda istihdam edilmektedir. İşte bu işletmeler açısından, yasaya uyumun maliyeti yüksek olacaktır.

Üçüncü mesele ise, uygulamanın zamanlaması ile alakalıdır. Türkiye ekonomisi geçen yılla kıyaslandığında, 2012’de, resmi tahminlere göre en az yüzde 50 oranında yavaşlayacaktır. Böyle bir ortamda en hızlı yavaşlayacak olanlar, yine küçük işletmelerdir. Her zamanki gibi, en yüksek telefat bu firmaların arasından çıkacaktır. Bir de TTK ile bu şirketlerin yasaya uyum maliyetlerini artırırsanız ne olur? Telefat daha fazla olur.

Peki, Türkiye küçüklere daha fazla külfet getirirken, Amerika ne yapmaktadır? Amerika, küçük şirketler üzerinde kamuyu aydınlatma yükümlülüklerini hafifletmektedir. Üstelik bunu sermaye piyasalarında fon toplamaya karar veren küçük şirketler için hafifletmektedir. Yeni JOBS Yasasının manası esasen budur. Peki, Türkiye ne yapmaktadır? Türkiye, kendisini sermaye piyasalarından fonlamayı hiç düşünmeyen, kapalı küçük şirketlerin kamuyu aydınlatma yükümlülüklerini artırmaktadır. Neden artırmaktadır? İşte artırmaktadır.

Beşinci nokta ise şudur: Aslında geçiş sürecini TTK’yı değiştirmeden idari kararla daha manalı düzenleyebilmek mümkünken, bugün yapılamamasının nedeni nedir? 660 Sayılı KHK ile kurulan Kamu Gözetimi Birimi KGB’nin bir türlü operasyonel hale getirilememesidir. SPK, BDDK, Hazine gibi kurumların kamuyu aydınlatma yükümlülüklerine ilişkin yetkileri bu yeni kuruma aktarılmış ama kurum çalışmaya bir türlü başlayamamıştır. Kurum çalışamayınca, TTK uygulamasında istisna ve muafiyetlere ilişkin asıl idari düzenleme yapılamamaktadır.

Konu bundan ibarettir. TTK’yı engelleyen hayat değil, KGB’dir.

Bu köşe yazısı 29.05.2012 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

 

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları