logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Güven Sak, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

Yıkımdan yapıma nasıl geçilir? 08/05/2012 - Okunma sayısı: 1782

 

Yıkım için küçük bir ekiple, tek sesli bir icraat yeterliydi. Yapım için küçük ekip ve tek sesli icraat yetmez.

Paul Krugman’ın yeni kitabı ‘Depresyonu hemen sona erdirin’ daha geçen hafta kitapçılara ulaştı. Osman Ulagay’ın yeni kitabı ‘Türkiye kime kalacak?’ ise evvelki hafta kitapçılara ulaşmıştı. İlkini pazar günü Kindle’ıma indirip, ikincisini ise hafta sonu alıp, okudum. Her iki kitap da buraya nasıl geldiğimizle değil, buradan nasıl çıkacağımızla ilgileniyor. Krugman, 2008 krizinden nasıl çıkacağımız meselesini dert edinmiş. Ulagay ise 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesiyle vites yükselten dönüşüm sürecinin, bundan sonraki evresine nasıl geçebileceğimizle ilgileniyor. Krugman da Ulagay da bugünle değil, yarınla ilgileniyorlar. Kâh bugün olup bitenleri bu gözle analiz ediyorlar kâh yarın için politikalar öneriyorlar. Ama benzer bir işi yapıyorlar. İkisini birlikte okumanın faydalı olacağını düşünüyorum. Kafanızı açıyor. Bugün Ulagay’ın kitabının kafamda açtığı ufku anlatayım müsaadenizle. Aklımda şöyle iki soru kaldı: “Yıkımdan yapıma nasıl geçilir? Yıkım ekibi ile yapım ekibi aynı olur mu? Acaba inşaat şirketleri nasıl çalışır?”

Doğrusu ya, buralarda, yıkım işinden yapım işine nasıl geçeceğimizi çok merak ediyorum. Aklımda ben farkında olmadan, dönüp dolaşan temel mesele galiba buymuş. Memleketimizde, özellikle 2007 yılından beri, iş yapmak için gerekli platformu oluşturmaya çalışmaktan, mıntıka temizliğini yapmaktan, inşaatın kendisine başlamaya bir türlü fırsat gelmediği kanaatindeyim. Hele bu son günlerde Ankara’nın her tarafının ayrı ayrı oynamaya başladığını düşünüp, inşa süreci için, daha bir karamsar oluyorum. Osman Ulagay’ın ileriye bakan kitabının temel meselesinin de bu olduğunu düşünüyorum. “Dil ağrıyan dişe gider”miş, herkes her kitabı kendi meselesini nasıl çözüyor diye okur. Hayat böyledir. Türkiye, hep hızla değişen bir ülke oldu. Ben doğduğumda, 1960’lı yılların ilk yarısında, bu ülkede yaşayanların yalnızca yüzde 30’u kentlerde yaşıyordu. Şimdi kentlerde yaşayanların oranı yüzde 75’e kadar yükseldi. Artık yabancılar kentlerimize yerleşmeye geliyor. Daha bir travmayı tam halledemeden, yenileri sıra sıra geliyor. Biz hâlâ gelen travmaları nasıl yönetebileceğimize ilişkin bir stratejiye sahip gibi görünmüyoruz. Bir yandan dünya dümdüz oluyor, bir yandan Türkler daha İngilizce konuşamıyorlar. Bir yandan, küreselleşme süreci derinleşiyor, Türkiye’nin dış dünyaya olan ilgisi sözde artıyor. Hani bakarsanız, yeniden cihan devleti olmaya doğru gidiyoruz. Ama öte yandan, en son Ipsos’un yaptığı ankette, memleket ahalisinin yüzde 87’sinin daha pasaportu bulunmuyor.

Unutun şimdi başka nedenleri. Bakın ben size daha kolay bir neden söyleyeyim: Haziran 2010’da pasaport harçları yarıya düşse de halen dünyanın en pahalı pasaportunu biz veriyoruz. Halbuki bu hızlı dönüşüm sürecinde, Türklerle bölgemizde yaşayanların karşılıklı ilişkilerini güçlendirmek gerekiyor. ‘Arap Baharı’nın açtığı fırsat penceresini değerlendirmek gerekiyor. Karşılıklı ilişkileri güçlendirmenin en kolay yolu nedir? İlişki kurmayı zorlaştıran unsurlar neler ise onları halletmeye çalışmak değil midir? Ben bir süreden beri, âleme düzen vermeye çalışmaktan, büyük makro meselelerle ilgilenmekten, hayata dair bir dizi mikro problemi ihmal ettiğimizi düşünüyorum. Hal böyle olunca, dönüşüm sürecini tamamına erdirmek bir türlü mümkün olmuyor. Strateji olmadan, öncelikleri belirlemeden, hayat değişmiyor. Yıkımdan yapıma geçemiyoruz. Lafa bakarsanız, uçuyoruz. İcraat yok. Ben çocukken, siyah beyaz televizyon yayınları daha yeni başlamıştı. Arada bir bakardınız. Ses olurdu, görüntü olmazdı. Ben memleketin meselesinin şimdilerde tam da bu olduğunu düşünüyorum: Ses var, görüntü yok.
Yıkım kolaydı. Yapım zordur. Yıkım için küçük bir ekiple, tek sesli bir icraat yeterliydi. Yapım için, küçük ekip ve tek sesli icraat yetmez. İnşaat, ülkenin bütün birikimi hareketlendirilmeden herkesin içine sinecek bir biçimde tamamlanamaz. Yıkım için kullanılan yöntem, inşaat için işe yaramaz. İyi bir inşaata başlamak içinse önce proje gerekir. Bu proje de yeni anayasadan başka bir şey değildir.

İnşa süreci el emeği göz nuru ister. Yıkım için balyoz yeter. Ben Ulagay’ın kitabını sevdim.


Bu köşe yazısı 08.05.2012 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları