logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Fatih Özatay, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

Olması gereken olmayınca 29/06/2008 - Okunma sayısı: 1106

 

Perşembe günü, Türkiye İstatistik Kurumu satın alma gücü ile ölçülen kişi başına gelir düzeyimizi açıkladı. Çalışma OECD ve Eurostat ile birlikte yürütülmüş. Dolayısıyla Türkiye'ye ilişkin verilerin yanı sıra AB'ye üye 27 ülkenin, üyelik sürecindeki ülkelerin, Norveç, İsviçre, İzlanda, Sırbistan ve Arnavutluk'un verileri de var. Veriler 2007 yılına ait. Tüm ülkelerin milli gelirleri o ülkelerde yaşayanların satın alma güçleri ile ölçüldüğünden uluslararası gelir karşılaştırmaları daha sağlıklı yapılabiliyor.

AB üyesi 27 ülkenin kişi başına gelir düzeyinin ortalaması 100 olarak ayarlandığında, Türkiye'nin kişi başına gelir düzeyi 42 olarak hesaplanıyor. Geliri en yüksek olan ülkeler Lüksemburg (276), Norveç (184), İrlanda (146) ve İsviçre (137). En düşük olanlar ise Arnavutluk (22), Makedonya (29), Sırbistan (35) ve Bulgaristan (38). Bulgaristan'ın hemen üzerinde Romanya var. Bizim gelirimiz Romanya'nın bir puan üzerinde.

Futbol ve gelir

Tabloda 2008 Avrupa futbol şampiyonası gözüyle yapılan bir karşılaştırma yer alıyor. Turnuvada futbol takımlarıyla bizim takımın karşı karşıya geldiği ülkelerin kişi başına gelirleri ile Türkiye'ninki birlikte gösteriliyor. Şüphesiz güncelliği dışında bir anlamı yok bu tablonun. Milli gelirimizde yapılan son güncellemeyle birlikte AB ortalamasına kıyasla durumumuzda bir iyileşme gerçekleşti. Yine de ortalamanın ancak yüzde 42'sine denk bir gelir düzeyine sahip olmamız bizi memnun etmemeli.

Bunlar zamanın bir anında (2007'de) çekilen fotoğraftan elde edilen sonuçları gösteriyor. Bir de zaman boyutunda yolculuk sırasında ne olmuş ona bakılabilir. Hatırlarsanız, 1970'li yılların ortasından itibaren bakıldığında da göreli konumumuz pek değişmiyordu. Bir anlamda yerimizde saymıştık. Biraz son yıllarda bir kıpırdanma vardı. Bu tür bilgiyi aktarmayı amaçlayan bir grafiği (kişi başına gelirimizin ABD'ninkine oranı) son olarak 15 Haziran yazısında vermiştim ("Miyop olup uzak gözlüğü takmamak" başlıklı yazı).

Neden?

Hem zaman boyutundaki yolculuktan elde edilen sonuç, hem de zamanın bir noktasında çekilen fotoğraf olumlu değil. Bu tür farklılıklar "Neden?" sorusunu da beraberinde getiriyor. Bu soruya yanıt bulmak özellikle büyüme konusunda çalışan iktisatçıların en önemli uğraşı konularının başında geliyor. Yukarıdaki basit karşılaştırmanın çok fakir ülkelerle en zengin ülkeler arasında yapıldığını düşünün. Müthiş bir fark çıkacak ortaya. O zaman "Neden?" sorusuna yanıt bulmanın bir 'saplantı' haline gelmesinden daha doğal ne olabilir?

Nobel ödüllü iktisatçılardan R. Lucas'ın bir makalesinin giriş sözlerini hatırlıyorum. Mealen, "İnsan ülkelerarası gelir farklılıkları üzerinde bir düşünmeye başladı mı başka bir şey düşünemez hale düşüyor" diyordu.

Yıllar boyu yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek bütçe açıkları, çok oynak büyüme hızları gibi istikrara ilişkin sorunlarla boğuşmak, bu konular üzerinde kafa yormak, bu sorunların yarattığı bitmek bilmez hurafelerle mücadele etmek ülkemizdeki çoğu iktisatçının bu temel sorunla uğraşmasını engelledi şüphesiz. Oysa istikrar sonuçta 'olması gereken' bir şey zaten. Ama dünyanın bu köşesinde, ya da okyanuslar ötesindeki 'bize benzer' köşelerinde ne yazık ki olması gereken olmuyor. Olmayınca da iktisatçıların enerjisi zaten olması gerekeni 'oldurmaya' çalışmaya gidiyor.

Oysa söz konusu gelir farklılıkları üzerinde yazılan çizilen çok şey var dünyada. Bizde de bazı çalışmalar var şüphesiz. Üç ayrı boyutta ele alınabilir konu. Birincisi verimlilik, teknoloji, sermaye birikimi, işgücünün boyutu ve niteliği araştırılabilir. Bunların birinde ya da birkaçındaki eksiklikten kaynaklanıyor olması gerekiyor gelir farklılıklarının. Bunu saptamak meseleyi çözmüyor ama. Peki, neden böyle? İkinci boyuttaki çalışmalar bu sorunun yanıtını arıyorlar. Üçüncü olarak ise "Peki o zaman ne yapmalı?" sorusuna yanıt bulmak gerekiyor.

Ara sıra, 'zaten olması gerekenden' ama 'olmayandan' fırsat buldukça bu konulara eğilmek istiyorum.

 

Bu yazı 29.06.2008 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

 

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları