logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Fatih Özatay, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

Patinaj senaryosu (2) 05/07/2009 - Okunma sayısı: 758

 

2010 ve 2011'e ilişkin temel ekonomik senaryom 'patinaj' senaryosuydu. Perşembe günü bir miktar neden patinaj yapma ihtimalimizin yüksek olduğu üzerinde durdum: Bizim gibi ülkelere gelecek dış kaynak miktarı 2010'da da az olacaktı. Dış talebin, dolayısıyla da ihracatımızın toparlanması zaman alacaktı. Çok yüksek işsizlik düzeyi yaklaşan seçimler nedeniyle panik halinde tutarsız ekonomik kararlar alınması olasılığını yükseltiyordu. Artık 'yeni şeyler söylememiz lâzımken', tasarım özürlü olmamızın 'eskide' saplanıp kalmamıza yol açması beklenirdi.

Patinaj senaryosunun gerçekleşmesi ihtimalini kuvvetlendiren diğer unsurlara bakalım şimdi: Birincisi, her an bir erken seçim gündeme gelebilir. İkincisi, giderek şiddetlenen diğer sorunlar, ekonomik sorunları gündemden düşürüyor. Üçüncüsü, ekonomimizin temel dinamiklerini kavramaktan hala uzağız. Mesela 'güven' unsurunun sağlanmamasının, ekonomik politikaların ders kitaplarının ilk bölümlerinde belirtilen sonuçlarını nasıl tersine çevirebileceğini bir türlü anlamıyoruz. Anlamayınca da vahim hatalar yapıyoruz. Bu senaryoyu iki unsur etkiler. Birincisi, küresel finansal krizin bundan sonra nasıl şekilleneceği önemli.

Hep en kötünün geride kalmış olması olasılığının yüksek olduğunu belirtiyoruz. Ama bu bir olasılık; gerçekleşmeyebilir. İkincisi, IMF ile anlaşma yapılırsa, panik şeklinde tutarsız kararlar alınamaz.

Ama soru şu: Panik şeklinde tutarsız kararları almak eğiliminde olanlar bunların tutarsız olduğunu bilseler zaten almayacaklar. Muhtemelen bu kararların gerekli olduğunu düşünecekler. Çünkü demin sözünü ettiğim 'güven' unsurunun önemini yine ıskalayacaklar. Bu durumda, IMF'nin 'gerekli kararların' alınmasına izin vermeyeceğini düşünüyorlarsa neden böyle bir anlaşma yapsınlar?

Kısacası, patinaj senaryosunun gerçekleşmesi ve dolayısıyla doğru dürüst işler yaptığımızda elde edeceğimiz büyüme hızına kıyasla 2010'da ve 2011'de çok daha düşük bir hızla büyümemiz yüksek bir olasılık olarak görülüyor.
Son aylarda ekonomimizdeki stok düzeyinin çok düşük düzeylere indiği vurgulanıyor. Bu stokların yeniden artırılmasının önümüzdeki dönemde büyümeye olumlu yansıyacağı vurgulanıyor. Stok düzeyinin 2010 büyüme hızını etkileyeceği açık; bakalım stok meselesine:

Bir firmanın ne kadar stok tutmak isteyeceği birkaç unsura bağlı: Önce tabii ki satış için yaptığı tahmine. Bin araba satacağını düşünüyorsa eğer elli arabalık bir stok tutacaksa, herhalde beş yüz araba satmayı planlıyorsa yine elli arabalık stok tutmayacak.
Öte yandan satışlara bağlı olarak hesapladığı bu stok düzeyini, işletme sermayesi olarak bankalardan kullandığı kredi miktarı ve bu kredinin faizi de etkileyecek. Kredi faizi yüksekse, ya da faiz elverişli olsa bile yeteri kadar kredi bulamıyorsa, tutacağı stok miktarını düşürecek.

Şimdi durum şu: 2008 başında yaptıkları satış planlarına göre üretim yaptılar firmalarımız. Sonra 2008'in ağustos ayından itibaren hem iç talep hem dış talep bıçak gibi kesildi. İstenmeyen bir stok düzeyi ile karşı karşıya kaldılar. Sonrasında üretimlerini daha da kısarak, mevcut talebin bir kısmını bu stoklardan karşıladılar; stokları eridi.Şüphesiz stoklarını eski düzeylerine çıkarmak isterlerse, satacaklarından daha fazla üretecekler. Bu da büyüme hızımıza olumlu yönde yansıyacak. Peki, ne gerekçeyle şimdi stoklarını artıracaklar? Önce iç ve dış talebin artacağını düşünüyorlarsa, sonra da stok maliyetini finanse etmek için kredi temin edebiliyorlarsa. Dış talebin arttığına dair bir işaret yok. İç talep diyelim ki bir miktar arttı. Bu ne kadar stok artışına yol açacak ki? Üstelik özellikle küçük ve ora ölçekli firmalar önemli bir kredi bulma sıkıntısı içindeler. Kısacası, önemli düzeyde bir stok artışına ve bunun büyümeye dişe dokunur bir katkısına bel bağlamamakta yarar var.

Not: Son yazımın girişinde şöyle demişim: "Öyılın ilk yarısına ilişkin milli gelir rakamları salı günü açıklandı." Açıklanan rakamlar şüphesiz yılın ilk çeyreğine ilişkin. Özür diler, bu hatayı bana hatırlatan okuyucuma teşekkür ederim.

Bu yazı 05.07.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

 

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları