logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Güven Sak, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

'Türklerde zaman mefhumu vardır' 06/07/2012 - Okunma sayısı: 1660

 

Bölgesel rol üstlenmeye karar verenlerin, taşra kahvesi muhabbeti seviyesini aşmaları gerekir.

Geçen gün Barselona’da, Türkiye ve Kuzey Afrika ile iş yapan bir şirket yetkilisiyle konuşurken işte tam böyle dedi. “Sen Türksün diye söylemiyorum. Bir Türk belli bir saate randevu veriyorsa o saatte orada olur. Türklerde zaman kavramı gelişmiştir.” Ben önce şaşırdım. Doğrusu ya böyle bir tespiti beklemiyordum. Bende pek zaman ve mekân mefhumu yoktur mesela. Ama bakın dışarıdan daha farklı görünüyoruz. Bizimle iş yapanlar bizi başkaları ile kıyaslayınca böyle görüyorlar. Belki de kiminle ticaret yapıyorsanız sonunda onun gibi oluyorsunuz. Türkiye dış ticaretinin yarısından fazlasını AB ülkeleri ile yapıyor. Gide gele, alışveriş yapa yapa sonunda bizler de onlar gibi oluyoruz galiba. Acaba iş insanlarımız kendilerini Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da birer Alman gibi dakik ve metodik hissediyorlar mı? Unutmayayım da bunu da bir soruşturayım.

Hafta başı “Bundan böyle bölge ülkelerine daha farklı bakmayı öğrenmemiz gerekiyor” demiştim. İşte farklı bakmaya başlayabilmenin ilk koşulu burada yatıyor: Önce farklı olduğunuzu hissetmeye başlamanız gerekiyor. Müsaadenizle Barselona’da hepimiz adına aldığım bu beklenmedik övgünün de verdiği gazla bu hafta başladığım konuya devam edeyim. Ülkeler ikiye ayrılıyor: Kendisini dünyanın merkezine yerleştirenler ile her bir ülkenin bizatihi kendisi üzerine düşünenler. Türkiye bugüne kadar ilk gruptaydı. Ülkeler ya bize karşıydı ya da dostumuz. Onlara ilişki kurulacak ülke gibi değil de bize hizmet edecek araçlar gibi davranırdık. Dünyada en çok biz önemliydik. Şimdi ise bizatihi o ülkelerin kendi meseleleri üzerine düşünmemiz gerekiyor. Bölgede düzen kurucu olmak öyle bir şey. Olur mu olur. Ama önce bunun ne kadar ciddi bir anlayış değişikliği olduğunun farkına varmak gerekiyor.

Şimdilerde uluslararası kuruluşların işleyiş biçimi değişiyor. Şimdi söyler misiniz, Türkiye, örneğin Dünya Bankası’nı ABD gibi kullanmayı biliyor mu? O kurumun yönetiminde ağırlığı artmaya başlayınca Türkiye ne yapacak? DB yönetiminden ne isteyecek? KKTC’yi tanıması için mi ağırlığını kullanacak? “IMF’ye parasını ödeyip hesabı kapattık” başlıklı bir taşra kahvesi muhabbeti mi yapacak mesela IMF’deki temsilcimiz. Hafta başı Barselona’da Arap Baharı ile birlikte öne çıkan İslamcı partilerin ekonomi ile ilgili kurmaylarının katıldığı bir toplantıdaydım. Orada bunu düşünmeye başladım. Türkiye’nin Arap Baharı ülkeleri ile ilgili politikası nedir? “Milletin dediği olsun”, “Seçim olsun, sonuçlarına uyulsun” demek politika değildir. Türkiye, örneğin Mısır’ın yeni yöneticilerine, yönetiminde artık daha fazla ağırlığa sahip olduğu IMF ile anlaşmak konusunda ne diyecektir? Onlara “Aman bunlarla iş yapılmaz, biz borcumuzu ödedik de kolumuzu zor kurtardık” mı diyecektir? Mısır, Arap Baharı sonrası en kırılgan ekonomiye sahiptir. Ben, generallerin geçen hafta darbe içinde darbe yapmayıp iktidarı Müslüman Kardeşler’in cumhurbaşkanı ile paylaşmaya karar vermelerinin ardında Mısır ekonomisinin kırılganlığının yattığını düşünüyorum. Türkiye’nin çıkarı Mısır’ın istikrara kavuşması olmalıdır. İstikrar içindeki bir Mısır, Türkiye’nin iktisadi partneri olur.

Devam edelim. Türkiye herhalde Mısır’ın kapalı kumanda ekonomisinin aynı Türkiye’nin Özal reformları ile 1980’de yaptığı gibi dışa açılmasını istemelidir. Türkiye’nin 1980’de yaptığını başarabileceklerini onlara anlatmalıdır. Bölgede düzen kuracak olan ülkenin, üzerinde düşünmesi gereken meselelerin ben bunlar olduğunu düşünüyorum. Dış ekonomik ilişkiler politikamızın “Mısır ile ticaretimiz bu yıl üçe katlandı” sığlığının ötesine geçmesi gerekir. Ama bakın hâlâ Türkiye merkezlidir.

Peki, aynı Türkiye, Mısır için IMF yönetimine ne demelidir? Hangi alanda reçetelerini yeniden yazmaları gerektiğini, Türkiye deneyiminden çıkarak onlara anlatmalıdır? Mısır’ın önceliklerini IMF yönetimine bir daha ve bir daha anlatmalıdır. DB yönetimine Magrep’te ulaştırma koridorlarındaki kırıklıklarla ilgili bir çalışma yapılmasının faydalarını anlatmalı ve böyle bir çalışma talep etmelidir. Bölgesel rol üstlenmeye karar verenlerin, taşra kahvesi muhabbeti seviyesini aşmaları gerekir. Türkiye, söylemine uygun bir eylemlilik seviyesine artık çıkmalıdır. Bence çıkabilir. Çıkamazsa düzen kurmaya katkıda bulunamaz.


Bu köşe yazısı 06.07.2012 tarihinde Radikal Gazetei'nde yayımlandı.

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları