logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Güven Sak, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

'Ne padişah, ne sultan, bi enişten, bi ablan' 22/05/2012 - Okunma sayısı: 1813

 

Son günlerde, yürütmeyi ve yasamayı ayrı seçimlerle oluşturmanın faydalı olabileceğini daha fazla düşünmeye başladım.

Ben 1960’ların ilk yarısında doğdum. 1965’te Sayın Süleyman Demirel başbakan oldu. Süleyman Bey hep başımda oldu. Amerika’da benimle aynı yıl doğanlar için durum öyle değildi. O zaman Amerika’da Başkan Johnson dönemiydi. Sonra Richard Nixon, Gerald Ford, James Carter, Ronald Reagan, I. George Bush ve Bill Clinton geldi. Süleyman Bey bu arada hep bizim başımızdaydı. Süleyman Bey başbakan olduğunda, İngiltere’de Harold Wilson başbakandı. Sonra Edward Heath, James Callaghan, Margaret Thatcher, John Major ve Tony Blair geldi. Bizim buralarda Süleyman Bey 1965’ten 2000’e tam otuz beş yıl hep başımızdaydı. Türkiye’de lider sultası denildiğinde, aklıma hemen Süleyman Demirel gelir. Belki de Fikret Kızılok’un “Ne padişah, ne sultan, bir enişten, bir ablan. Yanında bir de baban. Süleyman başbakan. Süleyman hep başbakan” şarkısından aklımda öyle kaldığındandır. Dile kolay, elli yılımın otuz beşinde Süleyman Bey hep vardı. Bir nevi aileden sayılır yani.

Sulta sözcüğü Arapçadan geliyor. Tasallutla akrabadır. Bildiğiniz hegemonya aslında. Nişanyan Sözlük’e göre 1940’lardan önce Türkçede böyle bir kelime kullanılmazmış. Ben çocukken, 1970’li yıllarda, daha yaygın kullanılırdı. Bugünlerde daha az duyuyorum. Ama bugün de vardır. Lider sultası, lider hâkimiyeti demektir. Türkiye siyaseti, lider etrafında döner. Sedece bugün değil, hep böyledir. Sistemimiz, tam da bu nedenle, yalakalığın kurumsallaşmasına imkân sağlamaktadır. Neden böyle olduğunu hiç düşündünüz mü? Ben meselenin doğrudan anayasalarımızda hükümet sisteminin tasarımı ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Türklerde belirgin bir karakter zafiyeti olduğu kanaatinde de değilim. Gelin bakın neden?

Türkiye yeni anayasasını bugünlerde yapıyor. Yeni anayasayı yaparken geçmişin hastalıklarının kaynağına yakından bakmakta fayda var. Lider sultası bunlardan yalnızca bir tanesi. Lider sultasının kaynağı, kurumsal altyapı tasarımındaki aksaklıktır. Böyle bakarsanız hükümet sistemlerini ikiye ayırmak mümkün: Lider sultasına dayalı yönetim ile demokratik ve çoğulcu yönetim sistemleri. Türkiye, dün ve bugün, parlamenter sistem ile yönetilen bir ülkedir. Ancak yönetim sistemimizin özü hep tek adam hâkimiyetidir. Bu hiç değişmemiştir. Buna karşın İngiltere’deki parlamenter sistem hep demokratik ve çoğulcu olmuştur. Benzer ikili ayrımı başkanlık sistemleri için de yapabilmek mümkün. Bazı başkanlık sistemleri ve parlamenter sistemler yalakalığı kurumsallaştırır, bazıları böyle değildir. Türkiye, ilk grupta.

Neden Türkiye’de demokratik ve çoğulcu bir parlamenter sistem olmamıştır? Sorun sistemimizin tasarım biçimindedir. Demokrasinin sandık aşamasında sorun yoktur. Problem, seçilenler Ankara’da toplandıktan sonra başlamaktadır. Milletle vekilinin bağı, herkes Ankara’da toplanınca kopmaktadır. Demokratik seçimle Meclis’te çoğunluğu sağlayan bir siyasi partinin lideri hem yürütme aygıtının hem de o partinin Meclis grubunun başkanı olmaktadır. Böylece yasamayı ve yürütmeyi kontrol eden aynı olmaktadır. Yürütme ve yasama arasındaki bu yakın ilişki, üstelik, tek bir seçimin sonucuna bağlı oluşmaktadır. Yapılan tek bir seçim, parlamentoyu oluşturmakta; parlamento, kendi içinden yürütme aygıtını çıkarmaktadır.

Son günlerde, yürütmeyi ve yasamayı ayrı seçimlerle oluşturmanın faydalı olabileceğini daha fazla düşünmeye başladım. Başkanlık sisteminin bu çerçevede bir felaket olmadığını düşünmeye başladım. Amaç demokratik ve çoğulcu bir yönetim oluşturmak ise yürütmeyi yasamadan ayırmanın bir yolu, her birini ayrı ayrı seçimlerle oluşturmak olabilir. Böylece millet, kuvvetler ayrılığını kendi bildiği gibi ayarlar. Mesela 2006’da Brezilya’da Lula yüzde 49 oyla başkan seçildiğinde, partisi yüzde 15 oy almıştı. Peki, ayrı kuvvetler nasıl birlikte yaşar? Marifet işte oradadır. İltifata tabi olacak olan da budur. Bir başka yol, siyasi partilerin iç işleyişini düzenlemek olabilir. Ama o iş bana ailenin içişlerine karışmak gibi geliyor. Onu demokratikleştirmenin daha zor olduğunu düşünüyorum.

Türkiye yeni anayasasını yaparken geçmişin hastalıklarını tartışmalıdır. Lider sultası bunlardan biridir. Hem başkanlık sisteminin hem de parlamenter sistemin tasarımında, zayıf kurumsal altyapı, lider sultasının kaynağıdır ve yalakalığı kurumsallaştırır. Yalakalığın kurumsallaştığı yerde hiçbir kontrol sistemi işe yaramaz. Ne padişah, ne sultan, bir enişten, bir de ablan bir nevi.


Bu köşe yazısı 22.05.2012 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları