logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Fatih Özatay, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

OVP ve Merkez Bankası bağımsızlığı 21/09/2009 - Okunma sayısı: 958

2001 krizi sonrası uygulanmaya başlanan 'Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'nın en önemli unsurlarından biri Merkez Bankası'nın bağımsızlaştırılmasıydı. Bağımsızlık merkez bankalarının başlarına buyruk davranmaları anlamına gelmiyor. Çoğu ülkedeki ve bu arada bizdeki uygulama şöyle:
Yasaları, merkez bankalarının ana amaçlarının fiyat istikrarının sağlanması olduğunu belirtiyor. Bu çerçevede hükümetler onlara yıllık ve orta vadeli bir enflasyon hedefi veriyorlar. Bazı durumlarda merkez bankalarının da görüşlerini alarak hedefi saptıyorlar. Ama sonuçta asıl sorumluluk hükümetlerin. Yani 'davul kimin boynundaysa tokmak da onda.' Bu hedef saptandıktan sonra, hedefe uygun teknik ayrıntılar, diğer bir ifadeyle para politikasının uygulanması merkez bankalarına bırakılıyor. Hedeflerden sapma olursa, merkez bankalarından hükümetlerine ve kamuoylarına hesap vermeleri isteniyor.
Bu çerçevenin arkasında iktisat teorisi ve yılların deneyimi var. Teorinin şu anda bulunduğu düzey, para politikası ile yapılabilecek en iyi şeyin enflasyonla mücadele etmek olduğunu söylüyor çünkü. Ayrıca, kısa vadede büyüme hızını mümkün olduğu kadar potansiyel büyüme hızı civarında tutmak üzere de para politikasının yapabilecekleri var. Bunun dışında, para politikası ile büyüme hızını potansiyelinin üzerine çıkarmak, ya da potansiyel büyüme hızını artırmak mümkün değil.
Yılların deneyimi de şu: Seçimler yaklaşıyorken, daha fazla oy almak üzere hükümetler büyüme hızını artırmak istemişler. Potansiyel büyüme hızının düzeyini 'takmamışlar'; ne olursa olsun ekonomiye 'gaz' vermek istemişler. Bunun kestirme yolu da merkez bankalarına para bastırmak, kredi açtırmak ve faizleri suni olarak düşürmelerini sağlamak. Motorun bu gazla o yüksek devirde çalışamayacağını, eninde sonunda yolda kalınacağını umursamamışlar. Üstelik bu deneyimin önemli bir kısmı gelişmiş ülkelere ait.
İşte ekonomilerin seçimler nedeniyle tahripkâr uygulamalara maruz kalmamaları ve bu uygulamaların seçimler sırasında muhalefet partilerinin aleyhlerine haksız rekabet yaratmamaları için partiler bir tür anlaşmaya varmışlar: Merkez bankalarını bağımsızlaştırmışlar.
Merkez bankalarının bağımsızlaştırılmasının arkasındaki öykü kısaca böyle. Bayram günü bu 'arkaik' konu nereden çıktı derseniz elbette haklısınız. Çarşamba günü 2010-2012 için orta vadeli program açıklandı. Hatırlarsanız programı kısaca değerlenirden perşembe yazımda programın hedeflerini ve tahminlerini 'ulaşılabilir' bulmuştum.
Ama 'ulaşılabilir' olmak 'ulaşmayı' garantilemiyor. Geçen gün bir öğrencim bundan sonra tüm derslerinden en az 'BB' notu alacağını söyledi. Bu elbette ulaşılabilir bir hedef. Dersleri dinleyip çok da abartmadan günlük çalışmak, bu hedefi gerçekleştirmek için yeterli olmalı. Ama iki koşulla: Birincisi bir dışsal şok olmayacak; öğrenci uzun sürebilecek bir hastalık geçirmeyecek. İkincisi, derslerine düzenli biçimde çalışacak. Hastalık istenilir bir şey değil; geçelim. Peki, bu öğrenci kendi üzerine düşeni yapacak mı; çalışacak mı?  
Açıklanan makroekonomik hedefler ve tahminler, bu örneğe benzer biçimde, iki koşulla ulaşılabilinir görünüyor: Yeni bir küresel şok gelmezse ve açıklamada peşi sıra sayılan mali önlemleri ve reformları hayata geçirebilirsek. Açıklanan program elbette ekonomiye duyulan güveni artırmak ve risk primini düşürmek istiyor. Böylelikle insanlar daha rahat harcayacaklar. Bankalar daha rahat borç verecekler. Ekonominin çarkları dönecek.
Ama bu güvenin sağlanması için açıklanan programa uyulacağını, verilen sözlerin yerine getirileceğine inanmamız gerekiyor öncelikle. Soru şu: Merkez Bankası'nın arkasında bunca teorik neden olan ve deneyime dayanan bağımsızlığını tekrar tartışma konusu yaparsanız, orta vadeli programınızı inanılır kılabilir misiniz?

Bu yazı 21.09.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları