Son yedi günün üçünü İstanbul’da, ikisini Paris’te, ikisini de Ankara’da geçirdim. Bu aralar ne zaman Ankara dışına çıksam, aklıma pek az bildiğim bir konu olan şehircilikle ilgili sorular geliyor. Paris’te geçirdiğim iki gün sonunda aklımda kalan temel soru ise “Paris, şehir ise Ankara nedir?” oldu.
Şehircilik adına bir şeyler söylemek haddime değil. Çünkü ne bu konunun eğitimini aldım ne de anlaşılmamayı marifet sanan şehir plancıların yazdıklarını okudum.[1] O yüzden, konuyu iyi bilenlerin ahmakça bulması riskini alarak, bu yazıda sadece birkaç soru sormak istiyorum. Onur Mumcu’nun dediği gibi “Bilmiyorum, sadece soruyorum:”[2]
- Neden kaldırımlarımız asfalt-betondan değil de, yanar-döner taşlardan yapılıyor? Dünyanın başarılı olarak kabul edilen tüm şehirlerinde, New York’ta, Londra’da, Paris’te kaldırımlar çok basit beton-asfalttan yapılmış. Tek renk. Tek düze. Ama muntazam. Bizde ise, hem İstanbul, hem Ankara’da, ve sanırım tüm diğer şehirlerimizde, pek havalı taşlar kullanılıyor. Ama bu taşlar ya kalkıyor, ya kırılıyor, sonunda olan kaldırıma ve üstünde yürümeye çalışan insanlara oluyor. Ben Ankara’da, CHP’li bir belediye başkanı tarafından yönetilen bir ilçenin, AKP’li bir büyükşehir belediye başkanı tarafından yönetilen bir caddesi üzerinde yaşıyorum. Ve inanın ayağım bir taşa takılmadan kaldırım üstünde yürümeyi özledim. Havalı kaldırım taşları falan yerine de tek istediğim düzgün kaldırımlar. Şimdi sadece merak ediyorum, bizim yaptığımız taşlar mı daha ucuz, Parisliler’in New Yorklular’ın yaptığı beton kaldırımlar mı daha ucuz? Toplum refahı için hangisi daha doğru? Biri bana açıklayabilir mi?
- Neden arabaların park etme özgürlüğü, insanların kaldırımda yürüme özgürlüğünün önüne geçiyor? Bu satırları yazmadan 10 dakika önce Kadıköy Altıyol’dan geçtim. 10 saat önce de Ankara’daki Tunalı Hilmi Caddesi’nden geçtim. İki büyük şehrimizin iki caddesinin de ortak özelliği, insanlar iki metre genişliğinde bir kaldırım üzerinde tıkış tıkış yürümeye çalışırken, içi boş iki metre genişliğindeki arabaların kaldırımla yol arasında park edilmiş biçimde durmaları. Bundan daha kötüsü, daha birçok caddede ve sokakta arabalar gayet pişkin biçimde kaldırımların üstüne park edebiliyor. O arabalar orada park etmese, o arabaların enleri kadar, kaldırımlar genişletilse, insanlarımız için çok mu lüks olur? Tüm şehirlerin otopark sistemleri, kaldırımların genişletilmesi perspektifiyle gözden geçirilemez mi? Her şeye kolaylıkla zam yapılabilen ülkemizde, otopark fiyatları üç katına çıksa, şehir içi trafik problemi azalmaz mı? Yoksa devletimiz yürüyen insanına değil de dört tekerlekli makinelere daha mı hürmet ediyor? Ülkemizde toplanan verginin büyük bir kısmı benzin üzerindeki ÖTV’den alındığı için, insanlarımızın kaldırımlarda yürümelerini sağlamak yerine, arabalara bindirmek daha mı işimize geliyor? Yoksa böyle bir derin strateji yok da, yürüyen insan nasıl olsa önemsizdir diye bir varsayım mı hakim bizi yönetenlerin düşünce sistemine? Gerçekten bilmiyorum, sadece soruyorum.
- Ülkemizin şehircilik anlayışında yürüyen insanların ve kaldırımların yeri nedir? Yakından bildiğim iki şehir, Ankara ve İstanbul hızla gelişiyor ve büyüyor. Gazetelerde sayfa sayfa, televizyonlarda dakika dakika yeni konut, işyeri, alışveriş merkezi projelerinin reklamları yapılıyor. Ancak bu yeni projelerinin etrafında kaldırım göremiyorsunuz, yürüyen insan hiç göremiyorsunuz. Bu da beni kaygılandırıyor açıkçası. Sonuçta insanların, her kesimden ve sınıftan insanların, yürüyebilmesi için bir şehirdeki toplu taşıma sisteminin gelişkin olması gerekiyor. Paris’te, New York’ta veya Londra’da sokaklarda harıl harıl yürüyen insanlar varsa bunun nedeni gelişkin bir metro sistemi sanıyorum. Acaba ülkemizde reklamlarını gördüğümüz bu yeni yerleşim alanlarına yapılan yatırımın kaçta kaçı toplu taşıma sistemlerini geliştirmek için yapılıyor? Acaba şöyle bir yeni varsayım mı var şehirlerimizi yönetenlerde: Toplu taşıma alt sınıf için, özel arabalara dayalı taşıma orta sınıf için, helikopterlere dayalı taşıma da üst sınıf içindir? Medeni ülkelerde belediye başkanları makam arabalarına binmek yerine bisikletle işe gidip gelirken, neden Ankara’da bisiklete binmek paraşüte binmekten daha zor (ve daha riskli!)? Yeni yükselen Türk yaşam tarzında yürümek sadece koşu bandında yapılacak bir şey mi? Eğer böyle bir varsayım geçerliyse, ülkemizde orta sınıf geliştikçe şehirlerimiz ne hale gelecek merak ediyorum. Ülkemizde hızla artan obezite sorunu ile toplu taşıma sistemlerinin güdük kalması arasında nasıl bir ilişki kurulabilir, bunu da ayrıca merak ediyorum. Tabi bir de olayın şu boyutu var: Amerika kendi garip yaşam tarzını sürdürmek için yıllardır petrol üreten ülkelere hakim olmaya çalışıyor. Bizim dış politikamız, acaba şehircilik politikamızın önümüzdeki yıllarda gerektireceği açılımların farkında mı? Mesela, Kuzey Irak’ın petrolleri, İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in arabalarına kaç sene yetebilir?
Bu konuları bilmediğim için aklıma çözüm önerileri gelmiyor. Ama sanırım şöyle bir politikamız olsa hiçbir şey kaybetmeyiz: Ülkemizde bir yıl boyunca, kaldırım inşaatları tamamen durdurulsun. Bu inşaatlar için harcanması planlanan tüm paralar bir fona koyulsun. Sonra tüm belediye başkanları bu fonla bir sene boyunca yurtdışında, kendi şehirleriyle aynı büyüklükte bir Avrupa veya Japonya şehrinde, hayatlarını yürüyerek idame ettirmek şartıyla yaşamak zorunda bırakılsın. Sanıyorum o zaman dünyanın ilk 10 ekonomisine yakışır şehirlere sahip olmaya başlayabiliriz. Ben de belki bu sayede Çankaya Köşkü’ne yüz metre mesafedeyken bir Afrika ülkesinin başkentinde yürüyorum hissine kapılmam.
[1] Şu aralar İlhan Tekeli, Ed Gleaser ve Jane Jacobs’in eserlerine sarmış durumdayım. İlhan Hoca’nın külliyatı Idefix’teki kitap fuarı kapsamında indirimde, bilginiz olsun.
[2] Cevapları bilenler, görüşlerini esen.caglar@tepav.org.tr ile paylaşsalar, çok da büyük sevap işlemiş olurlar.
Esen Çağlar, TEPAV Ekonomi Politikaları Analisti, http://www.tepav.org.tr/tr/ekibimiz/s/25/Esen+Caglar