TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Hafta sonu Hürriyet gazetesinde Neşe Karanfil imzalı ilginç bir haber vardı. Habere göre, Başbakan Davutoğlu bir süre önce ekonomik kırılganlığımızı azaltmak için dev projelerdeki Hazine garantisini yüzde 100’den yüzde 80’e düşürmeyi amaçlayan bir çalışma yapmalarını Bakanlar kurulunda ilgili bakanlardan istemiş. Haberden anlaşıldığı kadarıyla ekonomi yönetimi bu tür bir adımın ekonomimizin karşı karşıya olduğu riskleri azaltacağı yönünde bilgilendirmiş Davutoğlu’nu. Bakanlar Kurulu’ndaki talep ondan sonra gelmiş.
Türkiye gibi, tasarruf oranı düşük olduğu için, yetersiz düzeyde bir yatırım oranını tutturabilmek için bile yurtdışından borç almak zorunda olan ülkelerin, yabancıları ürkütmemek amacıyla ekonomilerindeki riskleri makul düzeylere çekmeye çalışmaları bir zorunluluk. Olası önemli risk unsurlarından biri de maliye politikası. 2001 krizinden sonra Türkiye bu alanda önemli işler başardı. Bütçe açığı hızla azaltıldığı için Hazine’nin borçlanma faizi de hızla düştü. Hazine faizi ile enflasyon oranı arasındaki yüksek farkın kapanması nedeniyle de kamu borcunun milli gelire oranı uzun bir süredir çok düşük düzeylerde seyrediyor. Bu çerçevede bakılınca, Türkiye’nin 2001 krizinden sonraki ekonomik performansının en parlak unsurlarının başında maliye politikasının geldiğini saptamak mümkün.
Ancak, evet yine bir ancak var; şu: Bazı ülkelerin deneyimlerinden yola çıkarak, sadece mevcut ve geçmiş faiz, bütçe açığı ve kamu borcu rakamlarına bakarak maliye politikasından kaynaklanan riskler hakkında “ahkâm kesmenin” hatalı sonuçlar doğurabileceğine işaret eden bir iktisat literatürü var. Herhangi bir internet arama motoruna girip İngilizce “prospective deficits (müstakbel açıklar)” yazarsanız bu literatürde yer alan çalışmalara ulaşabilirsiniz. Dün sabah yazımı yazarken 9.29’ta Google’da söz konusu aramayı yapınca karşıma çıkan ilk akademik çalışmanın başlığı “Prospective Deficits ve Asian Currency Crisis” oldu. Yani, “Müstakbel Açıklar ve Asya Para Krizi”. 1997 ortasında Tayland’da patlak veren ve sonra hızla Kore, Endonezya, Malezya ve Filipinler’e sıçrayan krizin nedenlerini açıklamaya çalışan bu tanınmış çalışma, krizin temel nedenlerinden biri olarak özel sektöre verilen ve şeffaf olmadığı için koşulları önceden bilinmeyen Hazine garantilerini gösteriyor.
Dikkat: Hazine dev projelere garanti veriyor diye illa krizi çıkması gerekmiyor. Bu projeler hayata geçirildiklerinde alınan kredileri rahatlıkla ödeyebilecek kadar verimli projelerse, ileride “başa bela olmaları” ihtimali azalır. Ek olarak, döviz cinsinden alınan borçları karşılayacak kadar döviz cinsinden kazanç da yapılacaksa riskler iyice düşer. Elbette risklerin azalması için öncelikle hangi projeye ne kadar garanti verildiğinin ve her bir projenin fizibilitesi hakkında özet bir bilginin kamuoyu ile paylaşılması gerekir.
Zorlu dış koşulların hüküm sürdüğü dikkate alındığında ve yakın gelecekte zorlukların daha da artması ihtimali kuvvetli olduğuna göre, Türkiye’nin “müstakbel kamu açıkları” konusunu ciddiye almasında yarar var. Ekonomi yönetiminin bu riskleri iyi değerlendirmesi, varsa riskleri azaltıcı adımları, şeffaflık dahil, atması gerekiyor.
Bu köşe yazısı 11.05.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Güven Sak, Dr.
24/12/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
23/12/2024
Selin Arslanhan
23/12/2024
Burcu Aydın, Dr.
21/12/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/12/2024